yazamadım işte napıyım.bayaa bayaa meşguldüm. aklıma da olağan üstü şeyler de gelmedi.bugüne kadar yazdıkların çok mu olağanüstüydü derseniz, evet öyleydi.
bugün aşı oldum. evet oldum.hafif bir sersemlik ve uyku durumu var o kadar. kimse aşı olmayınca, önünde upuzun bir kuyruk varken bir anda açılan 2. vezneyle kuyruğun yarı yarıya inmesi gibi hemen sıra bana geldi (bkz. bir önceki post ,sıra gelmez endişesi). aslında epeydir aklımdaydı. bu hafta ankaraya gitmeyecek olmam ve ocak ayında 2. bir salgın beklenmesi sebebiyle en uygun zamanın bu hafta olduğuna karar verdim.
blog dünyasında ne yaptım nasıl ettiysem sadece türkiş bloglarda gezebiliyorum. bir bakıma iyi de oldu.Dilenci vapuru bloguna rastladım. çok hoşlandım, beğendim. en sevdiğim yanlarından birisi oldukça sık yazması. izlediğim bloglar kısmına ekledim, bir zahmet kendiniz şeyapın.en harika dilenci vapuru, en mükemmel dilenci vapuru.dilenci vapuru rocks.
başımda tam 4 tane iş var. ikisi ,yılların(!) öğretmenlik deneyimiyle üstesinden rahatça gelebildiğimi bildiğim işler. diğerlerinden bir tanesi tübitak projesi, önümüzde daha zaman var ama şu ana kadar yaptıklarımız biraz zayıf oldu gibi. o yüzden pek rahat değilim o konuda. diğeri de benim dallı budaklı ,dikenlerle kaplı yolum: doktora meselesi,onu bana hiç sormazsan gerçekten çok sevinirim.
hayatımın şu anda çok hareketli olduğu doğru. ama çok sıkıldım burdan gerçekten, çok yalnız kaldım.niyeyse sanki bir kırismıs filmindeymişimcesine yılbaşı zamanı bu yalnızlığımı daha çok hissediyorum. yılbaşında yanımda arkadaşlarım olsun istiyorum.ilkokuldayken yılbaşını arkadaşlarıyla kutlayan birisiydim. tabiki gece değil.haydi yılbaşı kutlayalım diyerek okuldan sonra birimizin evine giderdik, yemek(öyle özel yemek değil,evde arkadaşın annesi o gün ne pişirdiyse artık-bi keresinde patates yapmıştı kadın alelacele ,yazık-), meyve yerdik, oyun oynardık sonra da daha hava bile kararmadan evlerimize dağılırdık. çok güzel olurdu ama.herhangi bir gün de yapılabilirdi bunlar ama o yılbaşı kutlamasıydı.şimdiki halim ise sucks.
saçlarım süper bu ara ha!uzun saç kullanabilen birisi değilim aslında.ama kestirmeye erindiğim için uzadı da uzadı.(kuaförde aşırı sıkılırım.kuaförler eve hizmet veriyorlar mı veriyorsalar fiyat ne kadar değişiyor?) şimdide yavaş yavaş hoşuma gitmeye başladı. fönden dolayı biraz yıpranmaya başladığını düşündüm ve son 2 aydırda hiç fönlemedim, o da coştu ki nasıl.kabarık kabarık hoşuma gitmeye başladı. saçlarım rocks.
28 Aralık 2009 Pazartesi
11 Kasım 2009 Çarşamba
hah şöyle!
dün benim doğumgünümdü.mükemmel sayıdan asal sayıya geçtim.hangisinin değerli olduğu şimdi anlaşılacak. benim için asal tabiki.bundan iki sene sonra bir asal yaşım daha var (if it exists). bir sonraki asal durak bundan 8 yıl sonra.eğer asal olmayan bir yaşta hayatımda büyük bir değişiklik olursa canım çok sıkılır.içim rahat etmez. hep bir şeylerin eksikliğini duyarım. tam olamam. yaptığım hiçbir iş içime sinmez.bir önceki asal durak bundan 6 yıl önceydi ve epey gençtim, herhangi ciddi bir işe girmek aklımın ucundan geçmiyordu.bundan sonraki durak da çok geç olacağından benim için en uygun yaşın bu yaş olduğu aşikar.bu sene çok farklı bir kaç işi bir arada yürütüyorum. henüz hepsinin de başındayım ve hepsinin de üstesinden gelmek istiyorum. bu işlerin hiçbiri bana para kazandırmadığı gibi bir tanesi beni tırtıklamakta ısrar ediyor.olacak olacak bu sene canını sıkma balım.
domuz gribinden ölümler çoğunlukla beklenilenin aksine önceden belirlenen risk grupları dışındakilerde görülmeye başlanılınca bakanlık risk gruplarında değişiklik yaptı ve bu yeni düzenlemeye göre artık risk grubu içindeyim. sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim.düzenlemeden önce aşı olacak mısın diye soranlara risk grubunda olmadığımı ve istesem bile olamayacağımı söyleyip bütün sorumluluğu üstümden atıyordum.gerçi şimdi de bana sıra gelinceye kadar herhangi bir karar verebileceğimi sanmıyorum.daha kışın başındayız ve kendimi tanıyorsam ben bu gribin tadına bakarım.yani aşı olma sırası bana gelince- ki bu sıra bu hızla gidilirse ancak ocak ayında gelir- ben zaten çoktan gribi almış olurum.gribi aldıktan sonra da aşı olmak kadar anlamsız birşey olamaz.anladığım kadarıyla benim bir önceki yazımı üst düzeyde inceleyen bakanlık (ve anladığım kadarıyla başbakan da) benden kurtulma projesinin sonucunu sanki benim seçimimmiş gibi gösterme kararı aldı.sevgili ülkem lütfen meclis grup konuşmalarında konuşulanları üstünüze almayın. ben herşeyi çok iyi görüyorum.herşeyin farkındayım ,lütfen!
domuz gribinden ölümler çoğunlukla beklenilenin aksine önceden belirlenen risk grupları dışındakilerde görülmeye başlanılınca bakanlık risk gruplarında değişiklik yaptı ve bu yeni düzenlemeye göre artık risk grubu içindeyim. sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim.düzenlemeden önce aşı olacak mısın diye soranlara risk grubunda olmadığımı ve istesem bile olamayacağımı söyleyip bütün sorumluluğu üstümden atıyordum.gerçi şimdi de bana sıra gelinceye kadar herhangi bir karar verebileceğimi sanmıyorum.daha kışın başındayız ve kendimi tanıyorsam ben bu gribin tadına bakarım.yani aşı olma sırası bana gelince- ki bu sıra bu hızla gidilirse ancak ocak ayında gelir- ben zaten çoktan gribi almış olurum.gribi aldıktan sonra da aşı olmak kadar anlamsız birşey olamaz.anladığım kadarıyla benim bir önceki yazımı üst düzeyde inceleyen bakanlık (ve anladığım kadarıyla başbakan da) benden kurtulma projesinin sonucunu sanki benim seçimimmiş gibi gösterme kararı aldı.sevgili ülkem lütfen meclis grup konuşmalarında konuşulanları üstünüze almayın. ben herşeyi çok iyi görüyorum.herşeyin farkındayım ,lütfen!
21 Ekim 2009 Çarşamba
durun ümitlerim etmeyin durun!
meyhaneye geri döndüm.yok ben burdan çıkamıycam.
domuz gribi konusunda manyak gibi bişey oldum. herkes ayrı birşey söylüyor hepsi de o anda inandırıcı geliyor. zaten endişelensem korkudan ölsem bile hiçbir risk grubuna dahil olmadığımdan elimden birşey gelmez.hükümet beni gözden çıkardı galiba. sağlık bakanlığı görevlileri aşının kimlere uygulanacağını belirlerken 'efendiiim peki yaşı 30 a dayanmış fakat hala üretime (hatta kendine) hiç bir katkısı olmayan, depresif , gelecekten beklentisi kaybolan, söylenip duran grubu ne yapacağız? aşıyı boşa harcamayalım. böylece işsizlik problemini de kökten çözmüş oluruz!nasıl fikir? bence bu tarihi fırsatı kaçırmayalım.'yorumu üzerine listeden çıkarılan grup içinde olduğumu düşünüyorum. diğer taraftan aşının ortaya çıkmasıyla 'aşıyı önce biz aldık, herkeşten uyanığız' sloganlarıyla seçmenin etkilenmesi fikri de çok uzak gelmiyor bana.yani bu gerçekten sağlık bakanlığının bir başarısıdır ve görev bilinciyle vatandaşını düşünerek 40 milyon aşıyı uygulamaya karar vermiştir (bu sonuca 40 milyonun içinde olmadığım gerçeğinden yola çıkarak ulaşıyorum, yani benden ve benim gibilerden kurtulma düşüncesi) ya da bu bir tribünlere oynama taktiğidir. bütün bu tartışmalar içinde en hoşuma giden şey yıllar sonra osman durmuşu televizyonda tekrar görmek oldu. bence osman durmuşun şarbon tehlikesi zamanında uyguladığı politika çok başarılıydı.ve o politikanın hiç bir 2. düşüncesi de yoktu.'ağzınıza burnunuza yakın açmayın kardeşim zarfları!' yalan mı?
televizyonda sağlık programlarını izlemiyorum aslında ama mehmet öz ün programını izledim bir kere. programın anonsu sanki program türkiye de yapılacak anlamı taşıyordu. ya da bana öyle geldi. türkiye de yapılsaydı o program, seyircilerden soru alma aşamasında teyzenin biri çıkıp 'yavrııım ben yıllardır sol dizimden çekiyorum.gitmediğim doktor , girmediğim kaplıca kalmadı, etme bana bi ilaç yaz yavrııım, sarı merhem verdiydi zamanında bi doktor o iyi geldiydi.bi daha bulamadım o merhemden, hemi oğlum?' derdi ve mehmet öz o durumda ne söylerdi ne yapardı bilmiyorum.mehmet öz türkiye ye ara ara gelip mecburi hizmet yapsa ilaç yazsa hep keşke.
geçen gün atv haberin sonunda karton kağıdı gagasıyla kesen rizeli bir vatandaşa ait olan papağanın haberi yapıldı.
domuz gribi konusunda manyak gibi bişey oldum. herkes ayrı birşey söylüyor hepsi de o anda inandırıcı geliyor. zaten endişelensem korkudan ölsem bile hiçbir risk grubuna dahil olmadığımdan elimden birşey gelmez.hükümet beni gözden çıkardı galiba. sağlık bakanlığı görevlileri aşının kimlere uygulanacağını belirlerken 'efendiiim peki yaşı 30 a dayanmış fakat hala üretime (hatta kendine) hiç bir katkısı olmayan, depresif , gelecekten beklentisi kaybolan, söylenip duran grubu ne yapacağız? aşıyı boşa harcamayalım. böylece işsizlik problemini de kökten çözmüş oluruz!nasıl fikir? bence bu tarihi fırsatı kaçırmayalım.'yorumu üzerine listeden çıkarılan grup içinde olduğumu düşünüyorum. diğer taraftan aşının ortaya çıkmasıyla 'aşıyı önce biz aldık, herkeşten uyanığız' sloganlarıyla seçmenin etkilenmesi fikri de çok uzak gelmiyor bana.yani bu gerçekten sağlık bakanlığının bir başarısıdır ve görev bilinciyle vatandaşını düşünerek 40 milyon aşıyı uygulamaya karar vermiştir (bu sonuca 40 milyonun içinde olmadığım gerçeğinden yola çıkarak ulaşıyorum, yani benden ve benim gibilerden kurtulma düşüncesi) ya da bu bir tribünlere oynama taktiğidir. bütün bu tartışmalar içinde en hoşuma giden şey yıllar sonra osman durmuşu televizyonda tekrar görmek oldu. bence osman durmuşun şarbon tehlikesi zamanında uyguladığı politika çok başarılıydı.ve o politikanın hiç bir 2. düşüncesi de yoktu.'ağzınıza burnunuza yakın açmayın kardeşim zarfları!' yalan mı?
televizyonda sağlık programlarını izlemiyorum aslında ama mehmet öz ün programını izledim bir kere. programın anonsu sanki program türkiye de yapılacak anlamı taşıyordu. ya da bana öyle geldi. türkiye de yapılsaydı o program, seyircilerden soru alma aşamasında teyzenin biri çıkıp 'yavrııım ben yıllardır sol dizimden çekiyorum.gitmediğim doktor , girmediğim kaplıca kalmadı, etme bana bi ilaç yaz yavrııım, sarı merhem verdiydi zamanında bi doktor o iyi geldiydi.bi daha bulamadım o merhemden, hemi oğlum?' derdi ve mehmet öz o durumda ne söylerdi ne yapardı bilmiyorum.mehmet öz türkiye ye ara ara gelip mecburi hizmet yapsa ilaç yazsa hep keşke.
geçen gün atv haberin sonunda karton kağıdı gagasıyla kesen rizeli bir vatandaşa ait olan papağanın haberi yapıldı.
4 Ekim 2009 Pazar
anlam ve önem
' Allah bana yükselmeyi nasip ettiyse, o yükselmeye layık olduğumu kanıtlayacak şeyler kısmet etsin!'
Namık Kemal, Cezmi
arasam bulamazdım.
Namık Kemal, Cezmi
arasam bulamazdım.
2 Ekim 2009 Cuma
kazıklı voyvoda
sinir oluyorum (keşke sinüs olsaydım).
sanki yeterince problemim yokmuş gibi durduk yerden sorunlar çıkıyor ordan burdan. bugüne kadar kimsenin başına gelmemiş problemler bende vücut buluyor. sabrımın sonundayım. bir doktora öğrencisi, çalışma alanı ,konusu , kimle çalışacağı belliyken danışmanı değiştirilir mi? yani şu satırları yazarken sinirden parmaklarım titriyor.dünyanın hangi bölgesinde görülmüş bir doktora öğrencisinin çalışma alanını zorla değiştirmek.ağzımla istemiyorum dedim .artık daha fazla ne yapılır bilmiyorum.gerizekalılar.harcayın bakalım.ben size yar olur muyum?burnunuzdan getirmezsem bana da yıldız demesinler. ben bunu sindiremem.
çok sinirliyim bi içimi boşaltıyım dedim.zaten kimse de okumuyor.
sanki yeterince problemim yokmuş gibi durduk yerden sorunlar çıkıyor ordan burdan. bugüne kadar kimsenin başına gelmemiş problemler bende vücut buluyor. sabrımın sonundayım. bir doktora öğrencisi, çalışma alanı ,konusu , kimle çalışacağı belliyken danışmanı değiştirilir mi? yani şu satırları yazarken sinirden parmaklarım titriyor.dünyanın hangi bölgesinde görülmüş bir doktora öğrencisinin çalışma alanını zorla değiştirmek.ağzımla istemiyorum dedim .artık daha fazla ne yapılır bilmiyorum.gerizekalılar.harcayın bakalım.ben size yar olur muyum?burnunuzdan getirmezsem bana da yıldız demesinler. ben bunu sindiremem.
çok sinirliyim bi içimi boşaltıyım dedim.zaten kimse de okumuyor.
26 Temmuz 2009 Pazar
peter naumoski kimdir?
14 gün olmuş yazmayalı. 14 gündür telefon üstüne telefon , mesaj üstüne mesaj 'vay bizi alıştırdın da şimdi niye yazmıyosun? ne yapacağımızı şaşırdık. mal gibi etrafta dolanıyoruz, akşamı zor ediyoruz, yıldızın bloğu fun club tartışma grubumuzda konuşacak konu kalmadı, lütfen bir kaç cümle olsun esirgeme bizden!' bir ısrar bir rica inanılmaz.
lisedeyken basketbol favori spor dalıydı.ben de bir şekilde basketbol dünyasında aktif bir rol alabildim.lise basketbol takımındaydım. o zamanlar pek başarılı değildik. en büyük başarımız 4 takımlı bir turnuvada 3. lük kupasına sahip olmaktı (4. takım yeni kurulan bir takımdı ve bedencinin 'kızlar bu maçı alırsanız size benden yaş pasta!' pekiştirecinin etkisiyle) o zamanlar basketbol favorilerimiz arasında yer alan efes pilsenli bir basketbol oyuncusunun adı bir türlü aklıma gelmiyordu.zaten çok da fazla şey düşünmediğimden hergün mutlaka 5 da
kika kadar oturup ciddi ciddi hatırlamaya çalışıyordum.böylece aylar geçti ve nihayet geçen gün bir blogda rastladım.peter naumoski.ismi ilk okuyunca da bu sefer 'peter naumoskii, peter naumoskiii..Allah Allah çok tanıdık geliyor kimdi bu naumoski?' diye bir 5 dakika daha harcadım (beynimin örüntüleri arasında belirgin bir kopukluk var farkındayım).sonunda benim için bilinmez olan bu iki veriyi birleştirdim ve rahatladım. matematikçilerin unutkanlıkları meşhurdur (özendiği gruba dahil olmak isteyen zavallılar gibi kendimi matematikçiler sınıfına soktum.'biz matematikçiler ehee..böyleyizdir'...)unutkanlıklarıyla ilgili pek çok hikaye var tabi ama hocalarımdan birinin sürekli anlattığı bir tanesini paylaşayım(o da anlattığını unutuyor) matematikçinin birisi rüzgarlı bir günde yolda yürürken sigarasını yakmak istemiş fakat rüzgardan arkasını dönmüş ve sigarasını yakıp bu sefer ters yönde yürümeye devam etmiş (anlamayan varsa bi zahmet yorum kısmında sorsun, yorum yazın beee.)peter naumoskiyi niye sevdiğimizi hatırlamıyorum.yakışıklı bile değilmiş(lise kız öğrencisi için birine hayran olmadaki tek ölçüt).
ay belgeselini izledim.uzaya meraktan kaynaklanan bir hayranlığım var.uzaya bir kere olsun çıkabilmek için bütün birikimimi harcamaya hazırım(hangi birikimini yıldız?).gözlerim hafif yaşararak ve ağzım açık bir şekilde televizyona kitlendim.etkileniyorum böyle şeylerden. beni etkilemek isteyen bir adam beni uzaya çıkarsın yeter.ne pırlanta yüzük ne de zengin bir hayat tek isteğim bu!uçak yolculuklarının bile hastasıyım.küçücük pencereden başımı çeviremiyorum.
uzaydan konu açılmışken harika bir teorim var mevsimlerin kayması konusunda.dünyanın güneş etrafında dönüş süresi evrenin genişlemesinin doğal bir sonucu olarak artmış olabilir.evrenin büyüklüğünün yanında güneşle dünya arasındaki uzaklık önemsenmez ama çok küçük bile olsa dönüş süresindeki ufak bir artış bizim için hayati bir önem arzeder (zaten dönüş süresindeki son 6 saatten acaip işkillenmekteyim.tamsayı olması ve 24 ün böleni olması çok büyük tesadüf. gerçi 60 lık sistemi benimseyen insanlık bu süreye göre sistemi geliştirmiş olabilir.ama bu seferde tarihler tutmuyor.babiller romalılardan önce bu süreyi hesaplamış olamazlar???hesaplasalardı bu 365 gün 6 saati onların uzun uğraşlarından önce belirlerler ve romalıları bu eziyetten kurtarırlardı.eğer romalılar pisagorun tarikatındaki gibi bildiklerini gizleyen bir topluluksalar ve sırf biz bulduk diye hava atmak istiyosalar bilmem.bilim tarihi bu tür insanlarla dolu, thales en önde gideni.)önemsenmeyen küçük bir değişiklik zaman içinde birikip mevsimlerin kaymasına sebep olur.mevsim geçişlerinde de bunu hissederiz.nasıl teori? bu zamana kadar nasıl akıl edemediler hayret?bence uzay otoriteleri benim bu teorime ödül olarak bana bir uzay seyahati hediye edebilirler.makul bir hediye .
blog
lar arasında dolaşırken çok güzel bir albümün linkini buldum ve hemen indirdim.rapidshareden. 'god help the girl-funny little frog' dinleyin lütfen.kaç gündür dinliyorum.linkide bi zahmet kendiniz bulun.linkin park(ıyygh akşam akşam). bu sıralar bi ara da nouvelle vague dinler olmuş idim.placebonun yeni albümünü ilk çıktığında 1 hafta kadar dinledim ama sonra kaldırdılar.düşmedide daha, bekliyoruz bakalım.
yorum yazın kız!yalnızlıktan ne yapacağımı şaşırdım.hayali arkadaşlarım var adı charlie sarışın uzun boylu.oda arkadaşım.etrafımda insanlar varken yanımda olmuyor yalnızken hemen yanımda bitiveriyor.
başlıkları ünlülerden seçmeye karar verdim.google arayınca blogum çıksın da reklam olayım elaleme diye.
lisedeyken basketbol favori spor dalıydı.ben de bir şekilde basketbol dünyasında aktif bir rol alabildim.lise basketbol takımındaydım. o zamanlar pek başarılı değildik. en büyük başarımız 4 takımlı bir turnuvada 3. lük kupasına sahip olmaktı (4. takım yeni kurulan bir takımdı ve bedencinin 'kızlar bu maçı alırsanız size benden yaş pasta!' pekiştirecinin etkisiyle) o zamanlar basketbol favorilerimiz arasında yer alan efes pilsenli bir basketbol oyuncusunun adı bir türlü aklıma gelmiyordu.zaten çok da fazla şey düşünmediğimden hergün mutlaka 5 da

ay belgeselini izledim.uzaya meraktan kaynaklanan bir hayranlığım var.uzaya bir kere olsun çıkabilmek için bütün birikimimi harcamaya hazırım(hangi birikimini yıldız?).gözlerim hafif yaşararak ve ağzım açık bir şekilde televizyona kitlendim.etkileniyorum böyle şeylerden. beni etkilemek isteyen bir adam beni uzaya çıkarsın yeter.ne pırlanta yüzük ne de zengin bir hayat tek isteğim bu!uçak yolculuklarının bile hastasıyım.küçücük pencereden başımı çeviremiyorum.
uzaydan konu açılmışken harika bir teorim var mevsimlerin kayması konusunda.dünyanın güneş etrafında dönüş süresi evrenin genişlemesinin doğal bir sonucu olarak artmış olabilir.evrenin büyüklüğünün yanında güneşle dünya arasındaki uzaklık önemsenmez ama çok küçük bile olsa dönüş süresindeki ufak bir artış bizim için hayati bir önem arzeder (zaten dönüş süresindeki son 6 saatten acaip işkillenmekteyim.tamsayı olması ve 24 ün böleni olması çok büyük tesadüf. gerçi 60 lık sistemi benimseyen insanlık bu süreye göre sistemi geliştirmiş olabilir.ama bu seferde tarihler tutmuyor.babiller romalılardan önce bu süreyi hesaplamış olamazlar???hesaplasalardı bu 365 gün 6 saati onların uzun uğraşlarından önce belirlerler ve romalıları bu eziyetten kurtarırlardı.eğer romalılar pisagorun tarikatındaki gibi bildiklerini gizleyen bir topluluksalar ve sırf biz bulduk diye hava atmak istiyosalar bilmem.bilim tarihi bu tür insanlarla dolu, thales en önde gideni.)önemsenmeyen küçük bir değişiklik zaman içinde birikip mevsimlerin kaymasına sebep olur.mevsim geçişlerinde de bunu hissederiz.nasıl teori? bu zamana kadar nasıl akıl edemediler hayret?bence uzay otoriteleri benim bu teorime ödül olarak bana bir uzay seyahati hediye edebilirler.makul bir hediye .
blog

yorum yazın kız!yalnızlıktan ne yapacağımı şaşırdım.hayali arkadaşlarım var adı charlie sarışın uzun boylu.oda arkadaşım.etrafımda insanlar varken yanımda olmuyor yalnızken hemen yanımda bitiveriyor.
başlıkları ünlülerden seçmeye karar verdim.google arayınca blogum çıksın da reklam olayım elaleme diye.
13 Temmuz 2009 Pazartesi
wimbledon yıllık bülteni
efendim roland garros üzerine neredeyse destan yazdın wimbledon biteli bir hafta oldu sesin çıkmadı.izleyemedim!nerede yayınlandığını bilmiyordum. cnntürk ün uyuşuk yayın anlayışı yüzünden!maçlar oynanırken de uydu yayınını kesiyormuş o yüzden hiiiç haberim olmadı. mal gibi trt 3 e bakıp durdum.bir de şikayet ettim akdeniz oyunlarını (olimpiyat diye mi geçiyodu yoksa) vereceğine wimbledonu verseya diye!yazık oldu valla. çok da güzel maç olmuş öyle diyolar.samprasın rekorunu kırmış federer.gerçekten son 10 yılda kaçırdığım ilk wimbledon finali.üzgünüm. gerçi öğrencim de vardı yine de izleyemezdim ama neyse.
trt 3 de ağzım açık tenis maçı beklerken akdeniz oyunlarında bayanlar voleybol yarı f
inallerine denk geldim. türkiye - hırvatistan.son izlediğimden bu yana takım tamamen değişmiş.eskilerden bir neslihan,seda ve esra kalmış. aralarında en sevdiğim neslihandır (yani demir yumruk) .neslihan işine kendini adar. kendisi severek oynar izleyiciye de bütün heyecanını taşır.2 aylık hamileyken maça çıktığı bilinir. çok da güzel kızdır nazarım değmesin.yeniler de fena değil biraz fazla heyecanlılar o kadar. voleybolun bir cinsiyeti varsa kesin kızdır. erkekler boşuna voleybol oynamasın.

yaz mevsiminden pek hoşlanmam.sıcak, günler uzun, hele bir de (aylardan temmuz ise ,söylemezsem çatlar idim) çorum gibi sıkıcılığından ödün vermeyen bir ilde bir türlü bitmek bilmiyor. bir de çok güzel oluyormuş gibi festival yapmıyolarmı!tantanadan başka bir şey değil.güney tatiline gitmeyi zaten karşılayamam da karşılayabilsem bile istemezük.hiç anlamıyorum malak gibi güneşin altında saatlerce yatanları.güneşin altında malak gibi yatmak deyince aklıma eda taşpınar geldi( eda taşpınar acaba ismimi google da yazınca ne çıkıyor diye merak edip bütün başlıklara tıklayıp benim blogda güneşin altında saatlerce yatan malak sıfatıyla anıldığını görse nece olur?)yıllarca ed
a taşpınarı güneşlenirkenki görüntüsü dışında görmüşlüğüm yok idi. kanallardan birinde moda programı yapmaya başlamış.ekranda adı yazmasa yine bilmeyecektim.ama güzel kızmış (deminki olasılığı hesaba katıp durumu kurtarma çabası). yani güneş deniz ikilisi bana göre değil.zaten doğru dürüst yüzemem de. benim sudaki halim yüzmeden çok hayatta kalma meselesine benzer.keşke yayla turizmi affordable by me olsaydı. delimiyim zaten sıcak bir de parayı iyice yanmak için harcıycam.hiç aklı yok bu milletin valla.

sen çok akıllısın.
5 Temmuz 2009 Pazar
hşşşt buraya bak çöpçü!
biraz çöpleri karıştırdım, ütopik olanlar çabuk bozulmuş onları geri alamadım ama gerçekleşmesi mümkün görünenler sapasağlam duruyor.bozulmamış olanları geri aldım çöpten. geri alınanlar nasılsa durdukları yerde bozulanların yerine yenisini üretirler.
tamam tamam evet becerdim, oldu oldu.doktora giriş sınavını kazandım.sanki sınavı aslında iyi geçip de kötü geçti diyerek etrafındaki insanları yanıltmaktan(ellerine ne geçecekse) hoşlanan gıcık olduğum insan tipine dönüşmüş gibi oldum. hele bir topoloji sınavı sonrasını hatırlarımkii.okul birincimiz NERGİS(özellikle belirtiyorum,çok canım yanmış idi) yüzü kıpkırmızı olmuş biçimde sınavdan çıktı,sınavım çok kötü geçti diyerek bir ağıt bıraktı.benim de sınavım çok kötü geçmemişti,bütün iyi niyetimle yanına teselliye gittim.'tamam üzülme sen yaparsın finalde GEÇERSİN(zavallı ,herkesin derdi senin gibi sadece dersi geçmek mi?)..'gibi.sonra sınav sonuçları açıklandı ben 52 aldım NERGİS 93.nergis beni resmen gerizekalı yerine koymuştu.öyle sinir olmuştum ki.heralde ben onu teselli etmeye çalışırken o da içinden 'hehehe gerizekalı beni teselli etmeye çalışıyor, sen kimsin beee!' demiştir. mal! nergisin sınavı kötü geçer mi?ben gerçekten böyle biri değilim. sınavım gerçekten kötü geçti.artık sınava giren diğer adayların durumu nasılsa?kötünün iyisini seçtiler demek ki.
spor karşılaşmaları için yapılan iddia okullarda sınav sonuçları için yapılsa keşke. sınava giren herkesin sınavdan önce bahis katsayıları açıklanır, (benim katsayım oldukça yüksek olurdu mesela, nergisin düşük 1 e yakın olurdu) sonra tek tek kişilerin o derse olan ilgileri, kopya alıp verme becerileri, yakın arkadaşlarının durumları, sınavda genellikle sınıfın hangi bölgesine oturmayı tercih ettiği, o gün o sınıfa hangi hocanın gözetmen olarak gireceği... gibi etmenler tek tek göz önüne alınarak bir kupon oluşturulur,sonra sınav sonuçları açıklandığında herkes payına düşeni alırdı.bu bahsi gerçekleştirmek suç tabi. vergi falan bir sürü tantanası var.
hayatımdaki bu engeli de beklemediğim bir şekilde kısa sürede aştım.önümde bir türlü üstesinden gelemediğim kocaman bir PARA problemi var.o nasıl hallolur bilmiyorum.
tamam tamam evet becerdim, oldu oldu.doktora giriş sınavını kazandım.sanki sınavı aslında iyi geçip de kötü geçti diyerek etrafındaki insanları yanıltmaktan(ellerine ne geçecekse) hoşlanan gıcık olduğum insan tipine dönüşmüş gibi oldum. hele bir topoloji sınavı sonrasını hatırlarımkii.okul birincimiz NERGİS(özellikle belirtiyorum,çok canım yanmış idi) yüzü kıpkırmızı olmuş biçimde sınavdan çıktı,sınavım çok kötü geçti diyerek bir ağıt bıraktı.benim de sınavım çok kötü geçmemişti,bütün iyi niyetimle yanına teselliye gittim.'tamam üzülme sen yaparsın finalde GEÇERSİN(zavallı ,herkesin derdi senin gibi sadece dersi geçmek mi?)..'gibi.sonra sınav sonuçları açıklandı ben 52 aldım NERGİS 93.nergis beni resmen gerizekalı yerine koymuştu.öyle sinir olmuştum ki.heralde ben onu teselli etmeye çalışırken o da içinden 'hehehe gerizekalı beni teselli etmeye çalışıyor, sen kimsin beee!' demiştir. mal! nergisin sınavı kötü geçer mi?ben gerçekten böyle biri değilim. sınavım gerçekten kötü geçti.artık sınava giren diğer adayların durumu nasılsa?kötünün iyisini seçtiler demek ki.
spor karşılaşmaları için yapılan iddia okullarda sınav sonuçları için yapılsa keşke. sınava giren herkesin sınavdan önce bahis katsayıları açıklanır, (benim katsayım oldukça yüksek olurdu mesela, nergisin düşük 1 e yakın olurdu) sonra tek tek kişilerin o derse olan ilgileri, kopya alıp verme becerileri, yakın arkadaşlarının durumları, sınavda genellikle sınıfın hangi bölgesine oturmayı tercih ettiği, o gün o sınıfa hangi hocanın gözetmen olarak gireceği... gibi etmenler tek tek göz önüne alınarak bir kupon oluşturulur,sonra sınav sonuçları açıklandığında herkes payına düşeni alırdı.bu bahsi gerçekleştirmek suç tabi. vergi falan bir sürü tantanası var.
hayatımdaki bu engeli de beklemediğim bir şekilde kısa sürede aştım.önümde bir türlü üstesinden gelemediğim kocaman bir PARA problemi var.o nasıl hallolur bilmiyorum.
2 Temmuz 2009 Perşembe
zıçan adam iş başında
bakalım bu defa kaç seferde başaracağım?ilkini atlattık.önümüzde uzun bir seri var.bakalım daha ne tür rezillikler yaşayacağım.
dün doktora sınavım vardı.sınava giren 2. kişiydim.ve ortalığı batırdım çıktım.sınavdan hemen sonra adet olduğu üzere dış sebeplere yükleme yaptım (inkar evresi kapsamında). efendim benim çalıştığım alanda(cebir) jüri üyesi yoktu, jürinin alaycı tavrı moralimi bozdu,mülakat sınavları beni geriyor...gibi.ama sebep ortadaydı.o kadar zaman vardı.biraz dişini sıkıp bakacaktın öteki bölümlere de.aslında başvurudan sonra 2 haftalık süre için bir plan bile yapıp plana uygun bir şekilde başlamıştım çalışmaya.ama araya kpss girdi,bir de öğrencim oldu hergün geliyor (hala inkar,pes doğrusu). tembelsin arkadaş!tek gerçek bu!birazcık da geri zekalısın.
e kpss de kötü geçti.ne şehit oldu ne gazi, kendi bokunda boğuldu niyazi!önümüzdeki sene de gevremeye devam.ekonomi de tarihi bir biçimde küçülmüş.herşey o kadar olumsuz ki.umutsuzluk günlerim geri geliyor galiba.saçma sapan bir hayatım oldu.hiç yaşanılası değil de işte napacaksın?çilemizi çekicez mecbur.bir sürü hayal elimde kaldı.at çöpe!acaip arabesk havasındayım. şu anda beni tasvir eden resim; küçük bir meyhane de ucuz ve kalitesiz bir masa ,fonda orhan gencebay(tabi ki), gerçi ferdi de sıkışabilir araya (ne senden geçerim ne meyhaneden, gönlümün farkı yok bir viraneden) masaya kafamı koymuşum, melankoliyle sızmışım.sürekli 'kahpe kader,şerefsiz dünya' gibi laflar ediyorum.meyhaneye borcumdan dolayı dışarı da çıkamıyorum.beni bu meyhaneden dışarı çıkaracak bir dış güce ihtiyacım var.kendim yapamayacağım o anlaşıldı.
dün doktora sınavım vardı.sınava giren 2. kişiydim.ve ortalığı batırdım çıktım.sınavdan hemen sonra adet olduğu üzere dış sebeplere yükleme yaptım (inkar evresi kapsamında). efendim benim çalıştığım alanda(cebir) jüri üyesi yoktu, jürinin alaycı tavrı moralimi bozdu,mülakat sınavları beni geriyor...gibi.ama sebep ortadaydı.o kadar zaman vardı.biraz dişini sıkıp bakacaktın öteki bölümlere de.aslında başvurudan sonra 2 haftalık süre için bir plan bile yapıp plana uygun bir şekilde başlamıştım çalışmaya.ama araya kpss girdi,bir de öğrencim oldu hergün geliyor (hala inkar,pes doğrusu). tembelsin arkadaş!tek gerçek bu!birazcık da geri zekalısın.
e kpss de kötü geçti.ne şehit oldu ne gazi, kendi bokunda boğuldu niyazi!önümüzdeki sene de gevremeye devam.ekonomi de tarihi bir biçimde küçülmüş.herşey o kadar olumsuz ki.umutsuzluk günlerim geri geliyor galiba.saçma sapan bir hayatım oldu.hiç yaşanılası değil de işte napacaksın?çilemizi çekicez mecbur.bir sürü hayal elimde kaldı.at çöpe!acaip arabesk havasındayım. şu anda beni tasvir eden resim; küçük bir meyhane de ucuz ve kalitesiz bir masa ,fonda orhan gencebay(tabi ki), gerçi ferdi de sıkışabilir araya (ne senden geçerim ne meyhaneden, gönlümün farkı yok bir viraneden) masaya kafamı koymuşum, melankoliyle sızmışım.sürekli 'kahpe kader,şerefsiz dünya' gibi laflar ediyorum.meyhaneye borcumdan dolayı dışarı da çıkamıyorum.beni bu meyhaneden dışarı çıkaracak bir dış güce ihtiyacım var.kendim yapamayacağım o anlaşıldı.
21 Haziran 2009 Pazar
lengeli fötür
ales sınavından beri ankaraya gitmemiştim. bu da yaklaşık 2 ay demektir ki son 5-6 yılım ortalaması alındığında yolculuk yapmadan geçirilen oldukça uzun bir ara.doktora başvurusu için gittim ve her gidişim gibi koşturmacayla geçti. dönüş kesinlikle rezaletti.tatil başladığından otobüslerde yer bulmak çok zordu.ben de güç bela TOPÇAM(biraz sonra yerin dibine sokacağım için özellikle belirtiyorum) firmasından 41 numaralı bileti alabildim. otobüs firmalarının çabuk karakter değiştirme özelliğinden nefret ediyorum. bence bunun bir denetimi olmalı.yolculukların az yapıldığı dönemlerde yolcuyu el üstünde tutma, hiç bir isteğin geri çevrilmemesi, adeta kraliyet mensubu yerine konma gibi üst düzey medeniyet göstergeleri; tatillerde yolculukların artmasıyla birlikte pahalı biletlere, burnu havada hizmet anlayışına ve yolcuyu rezillikler bataklığına itme durumuna dönüşüyor.
otobüsteki yerime yöneldiğimde yerimde (her zaman ki gibi özellikle belirterek aldığım cam kenarı ve her zaman ki gibi bilmeden oturmuş numarası yaparak salağa yatan uyanık yolcu tiplemesi) çocuğuyla birlikte oturan bir bayan konuşlanmıştı. ilk önce benim yerimden kalkıp kendi yerine oturması (yazıldığı kadar basit değil ;çocuk 4-5 yaşlarında ve etrafta bir sürü poşet... ööff) 5 dk kadar aldı. 5 dk normalde kısa süren aktiviteler için kullanılan bir birim olsa da yaz günü otobüsün sondan bir önceki sırasında klimasız ortamda bu 5 dk insanın ömründen (cımbızla çekilen kör tırnak gibi) bir 5- 10 saatini çeker.nihayet yerime oturdum. onlarda ana oğul koridor tarafındaki koltuklarına oturdular. yerime oturur oturmaz klimayı kurcaladım. fakat o da nesi.klima açık değil. muavinden ön taraftan da duyulduğuna emin olduğum bir ses tonuyla klimanın açılmasını rica ettim(duyulduğundan emindim çünkü ön koltuklarda oturanlar kim bu sivri diye baktılar) ama yukarı da belirttiğim karakter değişikliğinden dolayı müşkülpesent muavin söylediğimi duymazdan gelip otobüsten indi.otobüs hareket edene kadar ter içinde oturdum otobüsün içinde.ve hareket saati gelince klimanın açılması(belli ki şoför de otobüse binince anlamıştı otobüsün içinin boğucu bir sıcaklığa ulaştığını) ile birlikte köklediğim klima başımdan aşağı soğuk havayı bıraktı.o anda ertesi gün ateşler içinde yatacağımı anlamıştım ama yine de klimayı kapatmadım çünkü gerçekten ancak bu şekilde çekilebilir olabilirdi yolculuğum.
yanımdaki çocuk çingenenin tekiydi.galiba hastaneye gelmişlerdi ve bu yüzden çok fazla üstüne gitmedim.normalde çocuklarla arası herkesten(bu konuda iddialıyım) daha iyi olan birisiyim. ama açıkça söyleyebilirim ki o çocuğu orda boğasım geldi. hasta diye şımartmışlar da şımartmışlar. her yere eli kolu uzuyor, istediğine izin verilmeyince bağırmaya başlıyor, ağlıyormuş gibi bağırıyor ama gözünden tek damla yaş dökülmüyor.artık yapamadım azarladım biraz. çocukların ebeveynlerinin sözünü dinlememe ama bir yabancının azarından çok etkilenme ve bir süre sessiz kalma özellikleri var.aslında dışarıdan sizi rahatsız etmeyen bir çerçeveden izlenildiğinde komik bir durumdaydım. annesi çocuğunun etlerini birkaç kere burduğunda daha da çok yaygara koparıyordu.bağırarak ama gerçekten rahatsız edici bir ses tonuyla tam ifadesiyle cırlayarak ' ne vuruyon banaae?döyüyon beniii.babama diyeceeem' diye bütün otobüsü inletiyordu. ve bu çocuk 4 saat boyunca benim yanımda oturdu.şu anda çocuğun bu haykırışını yüz ifadesiyle birlikte aklıma getirdikçe gülüyorum.otobüs mola verince kendimi dışarı zor attım.1 saatlik yolumuz kalmıştı.tekrar aynı yere oturmak istemiyordum hareket saati gelip de herkes yerine oturunca muavine resmen yalvardım beni hostes koltuğuna alsın diye (arabada başka yer yoktu) ama ŞERREFSİZ muavin 'yasah hanfendi' diye beni hüsrana sürükledi.burdan sesleniyorum Topçam Turizm 16.06.2009 ankara-tokat 17:30 arabasının gerizekalı muavininin tavrı yüzünden bir daha topçam arabasına binmeyeceğim. siz de sakın binmeyin. halbüse o 1 saatlik yolculuk için beni hostes koltuğuna alabilseydi büyük artılar kazanacaktı hem kendi hem firması adına.
tabiki ertesi gün hastaydım. boğazlar şişmiş ,burnuma bir yandan alerjinin bir yandan klima gribinin etkisi ve bitirilen 2 koçan tuvalet kağıdı.bir şekilde cuma gününe eriştim ve grip de biraz geçmişti ki bu sefer de Çorumda yaz zamanının vazgeçilmez sosyal etkinliği köy düğünleri başlamıştı. hayır köyde yaşamıyoruz. ama eski zaman alışkanlığı(bir de buna gelenek demiyolar mı deliriyorum) cuma günü başlayan pazar günü sona eren köy düğünü.apartmanların arasında bildiğiniz gezelim görelim tarzı düğün.cuma günü o evde o hafta sonu düğün olduğu anlamında , cumartesi bugün düğün günüdür anlamında, pazar günü de bugün gelin almaya gidiyoruz(diğer iki güne göre görece daha acıklı bir repertuar eşliğinde) anlamında davul çalınıyor. gösteriş meraklısı çorum halkına 'damadın babası 3 gün davul çaldırmış' desinler diye.balkonumuzun dibinde davul zurna ikilisi hiç eksik olmadı. efendim gelin ve damat ikisi de apartmanımızdaki sakinlerden. en üst katta oturan çapraz komşu çocukları. böylece gelin alma gürültüsünü de yine bizzat biz yaşadık. oynayan da olsa içim yanmaz. sitede gürültüyü direkt olarak aldığımız yetmiyormuş gibi komşu apartmanlardan yansıyan gürültüyü de alıyoruz.saçma sapan birşey. köyde olsa izlersin hoşuna da gider.eğer bir gün evlenirsem kesinlikle böyle birşeye izin vermem. ancak davul zurna ikilisi 'elim eline değdi de hem ben yandım hem kendi/bize kimse karışamaz agamız çok efendi' türküsünü çalar, damat efendi de söylerse ve kemal sunal gibi oynarsa kabul ederim. ayrıca bu türküyü söylerken 'lengeli fötür' de takması şart.
doktoraya başvurdum demişmiydim.
otobüsteki yerime yöneldiğimde yerimde (her zaman ki gibi özellikle belirterek aldığım cam kenarı ve her zaman ki gibi bilmeden oturmuş numarası yaparak salağa yatan uyanık yolcu tiplemesi) çocuğuyla birlikte oturan bir bayan konuşlanmıştı. ilk önce benim yerimden kalkıp kendi yerine oturması (yazıldığı kadar basit değil ;çocuk 4-5 yaşlarında ve etrafta bir sürü poşet... ööff) 5 dk kadar aldı. 5 dk normalde kısa süren aktiviteler için kullanılan bir birim olsa da yaz günü otobüsün sondan bir önceki sırasında klimasız ortamda bu 5 dk insanın ömründen (cımbızla çekilen kör tırnak gibi) bir 5- 10 saatini çeker.nihayet yerime oturdum. onlarda ana oğul koridor tarafındaki koltuklarına oturdular. yerime oturur oturmaz klimayı kurcaladım. fakat o da nesi.klima açık değil. muavinden ön taraftan da duyulduğuna emin olduğum bir ses tonuyla klimanın açılmasını rica ettim(duyulduğundan emindim çünkü ön koltuklarda oturanlar kim bu sivri diye baktılar) ama yukarı da belirttiğim karakter değişikliğinden dolayı müşkülpesent muavin söylediğimi duymazdan gelip otobüsten indi.otobüs hareket edene kadar ter içinde oturdum otobüsün içinde.ve hareket saati gelince klimanın açılması(belli ki şoför de otobüse binince anlamıştı otobüsün içinin boğucu bir sıcaklığa ulaştığını) ile birlikte köklediğim klima başımdan aşağı soğuk havayı bıraktı.o anda ertesi gün ateşler içinde yatacağımı anlamıştım ama yine de klimayı kapatmadım çünkü gerçekten ancak bu şekilde çekilebilir olabilirdi yolculuğum.
yanımdaki çocuk çingenenin tekiydi.galiba hastaneye gelmişlerdi ve bu yüzden çok fazla üstüne gitmedim.normalde çocuklarla arası herkesten(bu konuda iddialıyım) daha iyi olan birisiyim. ama açıkça söyleyebilirim ki o çocuğu orda boğasım geldi. hasta diye şımartmışlar da şımartmışlar. her yere eli kolu uzuyor, istediğine izin verilmeyince bağırmaya başlıyor, ağlıyormuş gibi bağırıyor ama gözünden tek damla yaş dökülmüyor.artık yapamadım azarladım biraz. çocukların ebeveynlerinin sözünü dinlememe ama bir yabancının azarından çok etkilenme ve bir süre sessiz kalma özellikleri var.aslında dışarıdan sizi rahatsız etmeyen bir çerçeveden izlenildiğinde komik bir durumdaydım. annesi çocuğunun etlerini birkaç kere burduğunda daha da çok yaygara koparıyordu.bağırarak ama gerçekten rahatsız edici bir ses tonuyla tam ifadesiyle cırlayarak ' ne vuruyon banaae?döyüyon beniii.babama diyeceeem' diye bütün otobüsü inletiyordu. ve bu çocuk 4 saat boyunca benim yanımda oturdu.şu anda çocuğun bu haykırışını yüz ifadesiyle birlikte aklıma getirdikçe gülüyorum.otobüs mola verince kendimi dışarı zor attım.1 saatlik yolumuz kalmıştı.tekrar aynı yere oturmak istemiyordum hareket saati gelip de herkes yerine oturunca muavine resmen yalvardım beni hostes koltuğuna alsın diye (arabada başka yer yoktu) ama ŞERREFSİZ muavin 'yasah hanfendi' diye beni hüsrana sürükledi.burdan sesleniyorum Topçam Turizm 16.06.2009 ankara-tokat 17:30 arabasının gerizekalı muavininin tavrı yüzünden bir daha topçam arabasına binmeyeceğim. siz de sakın binmeyin. halbüse o 1 saatlik yolculuk için beni hostes koltuğuna alabilseydi büyük artılar kazanacaktı hem kendi hem firması adına.
tabiki ertesi gün hastaydım. boğazlar şişmiş ,burnuma bir yandan alerjinin bir yandan klima gribinin etkisi ve bitirilen 2 koçan tuvalet kağıdı.bir şekilde cuma gününe eriştim ve grip de biraz geçmişti ki bu sefer de Çorumda yaz zamanının vazgeçilmez sosyal etkinliği köy düğünleri başlamıştı. hayır köyde yaşamıyoruz. ama eski zaman alışkanlığı(bir de buna gelenek demiyolar mı deliriyorum) cuma günü başlayan pazar günü sona eren köy düğünü.apartmanların arasında bildiğiniz gezelim görelim tarzı düğün.cuma günü o evde o hafta sonu düğün olduğu anlamında , cumartesi bugün düğün günüdür anlamında, pazar günü de bugün gelin almaya gidiyoruz(diğer iki güne göre görece daha acıklı bir repertuar eşliğinde) anlamında davul çalınıyor. gösteriş meraklısı çorum halkına 'damadın babası 3 gün davul çaldırmış' desinler diye.balkonumuzun dibinde davul zurna ikilisi hiç eksik olmadı. efendim gelin ve damat ikisi de apartmanımızdaki sakinlerden. en üst katta oturan çapraz komşu çocukları. böylece gelin alma gürültüsünü de yine bizzat biz yaşadık. oynayan da olsa içim yanmaz. sitede gürültüyü direkt olarak aldığımız yetmiyormuş gibi komşu apartmanlardan yansıyan gürültüyü de alıyoruz.saçma sapan birşey. köyde olsa izlersin hoşuna da gider.eğer bir gün evlenirsem kesinlikle böyle birşeye izin vermem. ancak davul zurna ikilisi 'elim eline değdi de hem ben yandım hem kendi/bize kimse karışamaz agamız çok efendi' türküsünü çalar, damat efendi de söylerse ve kemal sunal gibi oynarsa kabul ederim. ayrıca bu türküyü söylerken 'lengeli fötür' de takması şart.
doktoraya başvurdum demişmiydim.
8 Haziran 2009 Pazartesi
roland garros yıllık bülteni
bitene kadar yazmamaya karar vermiştim ama artık bittiğine ve daha da önemlisi benim istediğim gibi bittiğine göre yazmalıyım diye düşündüm. federeri desteklediğimi belirtmeme gerek yok sanırım.turnuvanın ilk maçlarını takip etmiyorum. aslına bakarsanız çeyrek finallere kadar hiç haberlerini bile izlemiyorum.ama bu sene olağanüstü bir durum oldu.daha çeyrek finale girmeden nadalı eledi göbelin teki (söderling). tabi nadalın elenmesi bir bomba etkisi yarattı bütün dünyada. herkes 'peki federer finali kimle oynayacak?' diye düşünürken ben 'hoşçakal nadal' şarkıları söylemeye başlamıştım bile.nadal ağlarken köşesinde , ben federerin yüzüne gülen kahpe felekle dans ediyordum(bananeyse). artık federeri engelleyecek kimsenin kalmaması sayesinde beliren mutluluk yerini birden, hevesimi her zaman kursağımda bırakan 'acaba?, söderling?, yoksa?, nasıl nadalı elediyse...?' çeldiricilerine bırakmıştı. bu sefer oturdum söderlingi izlemeye.genç irisi birşey.federer de yapılı bir adamdır ama söderling gerçekten dev gibiydi. yarı finalde şilili gonzalezle(speedy gonzalez) oynadı. maçın ortalarında söderlingin performansı oldukça düştü.tamam söderlingin işi buraya kadarmış diye düşünürken son sette söderling küllerinden tekrar doğdu ve maçı aldı. bu maçı kazanmasında gonzalezin hakemlerle olan çekişmeleri de etkiliydi. tenis seyircisi efendi oyuncu sever.hakem top dışarda diyorsa top dışardadır.yok eminim içerde dersen bir kere itiraz edersin sonra köşene çekilirsin.gonzalez hakemlerle çok zıtlaştı, böylece martina hingise yaptığı gibi seyirci gonzalezi dışladı. popoyla çizgiyi silmek ne demek?poponu sürte sürte elendin naber?daha tenis adabını öğrenememiş yarı finale gelmiş birde!
gelelim öteki yarıfinale:federer- del potro
tabiki baştan sona bütün bakış açılarım federerle aynıydı.ama karşısındaki 20 lik del potro diş söktürdü resmen.asıl final kalitesindeki maç bu maçtı.söderlingden kat kat iyiydi del potro.yazık oldu adama.bu maçta performans=federer idi. del potronun sadece aşırı etkili servisleri sayesinde aldığı setler sırasında sakince rakibinin yorulmasını bekledi.bütün seyirciler(özellikle de ben) 'napıyo federer,içmiş mi bu adam?ne zaman toparlanacak'diye federerin yerine endişelenirken o serinkanlılığını korudu. del potro yorulup servisleri etkisini kaybetmeye başlayınca bu sefer federer coştu.biz tenis hakkında ne biliyorduk ki?federere seyircinin ilgisi muazzamdı.federerin her sayısını büyük coşkuyla karşılayan seyirci del potro puan alınca ayıp olmasın diye alkışlıyordu. o zaman kısa bir süre için acıdım del potro ya.sonra 'ne acıycam daha 20 yaşında elde ettiği başarıya bak o sana acısın, mal' dedim kendi kendime. ağladı kız maç bitince.
ve final:
federer-söderling
ilk önce TRT 3 ün attığı kazığı söylemeden edemiycem.tam maç başlayacakken uydudaki yayını kesti.deli gibi o televizyondan ötekine koştum belediye anteninden izlerim diye.baktım o televizyonda TRT 3 yok . haydaaa. hadi birde onu bulmaya çalış.sinirim tepeme çıktı.internetten izleyim dedim ama internetten de canlı yayın izlemek eziyet.intihar et öteki taraftan izle daha iyi.
bütün bu koşturmaca sırasında federer servis kırarak maça başlamıştı bile.neyse sonradan birisi uyardı galiba uydudaki yayın tekrar geldi.söderling kafasını kaldırıp 'noluyo ya' diyene kadar federer ilk seti almıştı bile.2. sette biraz daha iyiydi söderling tie-break e kadar uzadı set. ama tie-break lerin de kralı olan federer 2. seti de aldı.3. setin de başında servis kırınca seti alması rahat oldu federerin!dediğim gibi hiç final havası yoktu.yarı finali daha finalimsiydi federerin. zaten söderlingin hiç bir yüksek beklentisi yoktu gibi.öylesine çıktı maça.zaten maçta da federere bir övgüler bir iltifatlar. sevdim ama söderlingi federerden sonraki favorim olabilir. maçın en güzel yanlarından birisi her iki oyuncunun da hiç zorlanma sesi çıkarmaması oldu. işte böyle sona erdi roland garros.federer bu sefer mutluluktan ağladı.uzun zamandır peşinden koştuğu kupayı da almış oldu.federerin bu kupayı kazanmasındaki en büyük yardımcısı söderlingdi.rakibine minnettar olmak.
umarım ben de peşinden koştuğum herhangi bir isteğime kavuşabilirim.ve mutluluktan ağlarım.ama benim ağlamam çok çirkindir.biraz ağlama alıştırması yapmam lazım ayna karşısında.
bu arada tamam karar verdim placebonun en güzel şarkısı 'kitty little' yeni albümde.
gelelim öteki yarıfinale:federer- del potro
tabiki baştan sona bütün bakış açılarım federerle aynıydı.ama karşısındaki 20 lik del potro diş söktürdü resmen.asıl final kalitesindeki maç bu maçtı.söderlingden kat kat iyiydi del potro.yazık oldu adama.bu maçta performans=federer idi. del potronun sadece aşırı etkili servisleri sayesinde aldığı setler sırasında sakince rakibinin yorulmasını bekledi.bütün seyirciler(özellikle de ben) 'napıyo federer,içmiş mi bu adam?ne zaman toparlanacak'diye federerin yerine endişelenirken o serinkanlılığını korudu. del potro yorulup servisleri etkisini kaybetmeye başlayınca bu sefer federer coştu.biz tenis hakkında ne biliyorduk ki?federere seyircinin ilgisi muazzamdı.federerin her sayısını büyük coşkuyla karşılayan seyirci del potro puan alınca ayıp olmasın diye alkışlıyordu. o zaman kısa bir süre için acıdım del potro ya.sonra 'ne acıycam daha 20 yaşında elde ettiği başarıya bak o sana acısın, mal' dedim kendi kendime. ağladı kız maç bitince.
ve final:
federer-söderling
ilk önce TRT 3 ün attığı kazığı söylemeden edemiycem.tam maç başlayacakken uydudaki yayını kesti.deli gibi o televizyondan ötekine koştum belediye anteninden izlerim diye.baktım o televizyonda TRT 3 yok . haydaaa. hadi birde onu bulmaya çalış.sinirim tepeme çıktı.internetten izleyim dedim ama internetten de canlı yayın izlemek eziyet.intihar et öteki taraftan izle daha iyi.
bütün bu koşturmaca sırasında federer servis kırarak maça başlamıştı bile.neyse sonradan birisi uyardı galiba uydudaki yayın tekrar geldi.söderling kafasını kaldırıp 'noluyo ya' diyene kadar federer ilk seti almıştı bile.2. sette biraz daha iyiydi söderling tie-break e kadar uzadı set. ama tie-break lerin de kralı olan federer 2. seti de aldı.3. setin de başında servis kırınca seti alması rahat oldu federerin!dediğim gibi hiç final havası yoktu.yarı finali daha finalimsiydi federerin. zaten söderlingin hiç bir yüksek beklentisi yoktu gibi.öylesine çıktı maça.zaten maçta da federere bir övgüler bir iltifatlar. sevdim ama söderlingi federerden sonraki favorim olabilir. maçın en güzel yanlarından birisi her iki oyuncunun da hiç zorlanma sesi çıkarmaması oldu. işte böyle sona erdi roland garros.federer bu sefer mutluluktan ağladı.uzun zamandır peşinden koştuğu kupayı da almış oldu.federerin bu kupayı kazanmasındaki en büyük yardımcısı söderlingdi.rakibine minnettar olmak.
umarım ben de peşinden koştuğum herhangi bir isteğime kavuşabilirim.ve mutluluktan ağlarım.ama benim ağlamam çok çirkindir.biraz ağlama alıştırması yapmam lazım ayna karşısında.
bu arada tamam karar verdim placebonun en güzel şarkısı 'kitty little' yeni albümde.
5 Haziran 2009 Cuma
gözünüz çıksın

aslında bu blogun başlığının niye nazarsız olduğu hakkında bir yazı yazmıştım ama ilk zamanlar blogun nasıl kullanıldığını yeni kavramaya başladığımdan o yazıyı bir kaza sonucu kaybettim.silindi gitti. kısaca yazı ,benim herkesin nazarını üstüme çektiğim ama kimseye nazar atamadığımla ilgiliydi. yani bu nazar konusunda tam bir AB(+) idim. eğer bir nazar zinciri varsa(X in nazarı Y ye Yninki Z ye gibi bir zincir) bu zincirin son durağıyım. tam bir kara delik.
tam 3 gündür başım ağrıyor.içmediğim ilaç kalmadı. uyumak bile başağrımı durduramadı. artık bugün kafam patlar diye bekliyordum ki mucizevi bir şey oldu. kahvaltımı edip yine ilaç almak niyetindeydim.buzdolabından kahvaltılıkları çıkarırken elimdeki cam peynir kasesi birden kendini yere attı.tuzla buz oldu.yerdeki büyük kalan parçaları elimle toplamaya başladım,bugüne de çok kötü başladığım için oracıkta ağlayacaktım.sinirlerim bozuldu.revamıydı şimdi bu?temizliği yeni bitirmişiz her yer gıcır gıcır, bir sürü iş çıkmıştı.yavaş yavaş işe koyulurken birden farkettim ki başağrısı beni terketmişti ve ardında hiç bir iz bırakmamıştı. bu mucizevi iyileşmenin tek bir açıklaması vardı. 3 gündür gözü çıkasıca birinin nazarı altındaydım.
her kimsen lütfen bana özenme,imrenme, ve kıskanma.gerçekten sana yemin ediyorum hiç ama hiç kıskanılası bir hayatım yok.bana nazar atman hiç bir şeyi çözmüyor.
beşerdir şaşar. hani önceden başağrısının nazar kaynaklı olduğunu düşünseydim ve cam kırılınca bu sonuca varmış olsaydım bu yanlış olabilirdi.bunu gerçekten düşünseydim 3 gün önce herhangi birşey kırar, 3 gün boyunca bu çileyi çekmezdim. nazara kesinlikle inanıyorum.ama hayatımı ona göre de ayarlamıyorum. çünkü her an nazar değecekmiş gibi hareket etmek insanı daha sapkın düşüncelere götürebilir(büyü gibi). ama bana nazar değdiği düşüncesi bütün bu olaylardan ve aniden başımın ağrısının geçmesinden sonra ortaya çıktı.
hangi iyi yaşantım insanların bana nazar atmasına sebep oluyor anlamadım. sadece sağlıklıyım çok şükür.
acaba bu bahar temizliğini herkeşlerden önce başlayıp bitirdiğimiz için konu komşudan mı topladım nazarı?annem de anlattıysa orda burda yıldız yaptı yıldız etti diye...olur mu olur!
31 Mayıs 2009 Pazar
ya ne olacağıdı?
senin odanla sınırlı mı kalacaktı?
mal.
bir haftadır temizlik yapıyoruz, neşesi falan kalmadı artık. neyseki bitti.ama itibarım da arttı. sevdiğim yemekleri yaptırıyorum, şokolalar aldırıyorum.bir keresinde toybox bile aldırdım. şımarıklığımın zirvesindeyim. elektrik kazası da biraz etkili olmuş olabilir.
placebo placebO placeBO placEBO plaCEBO plACEBO pLACEBO PLACEBO
sonunda bütün albümü dinledim. gerçekten çok beğendim.şarkıların hepsini sevdim ama bir kaç tanesini tekrar tekrar dinledim. o şarkılar:
(battle for the sun saymıyorum çünkü 1 aydır dinliyoruz)
1. speak in tongues
2. ashtray heart
3.happy you're gone.
4.the never-ending why
5.kitty litter
hepsini yazasım var.
(sıralama en sevdiğim sırası değil hepsi çok güzel. bir sıralama yapılsa ilk başa 4 numarayı alırım şimdilik, 5 de olabilir.hastası oldum)
'for what its worth' hala dinleyemedim.bir problem var ama nedir anlamadım. arkadaşlarımın hepsi evlenmeseydi belki düşünebilirdim 23 hazirandaki konsere gitmeyi. gıcık şeyler. aslında tanıdığım ünlü olan nazan istanbuldadır ve kesin gider konsere.evli de değil üstelik, tadından yinmez.öfff
atv deki çocuk şarkı yarışmasını yavaş yavaş sever oldum. Şebnem diye bir çocuk var bayıldım. çok yetenekli. bence izleyin.
bahar temizliği ve placebonun yanyana bahsedildiği bir yazı daha bulmak istiyorum. evet istiyorum bunu.
mal.
bir haftadır temizlik yapıyoruz, neşesi falan kalmadı artık. neyseki bitti.ama itibarım da arttı. sevdiğim yemekleri yaptırıyorum, şokolalar aldırıyorum.bir keresinde toybox bile aldırdım. şımarıklığımın zirvesindeyim. elektrik kazası da biraz etkili olmuş olabilir.
placebo placebO placeBO placEBO plaCEBO plACEBO pLACEBO PLACEBO
sonunda bütün albümü dinledim. gerçekten çok beğendim.şarkıların hepsini sevdim ama bir kaç tanesini tekrar tekrar dinledim. o şarkılar:
(battle for the sun saymıyorum çünkü 1 aydır dinliyoruz)
1. speak in tongues
2. ashtray heart
3.happy you're gone.
4.the never-ending why
5.kitty litter
hepsini yazasım var.
(sıralama en sevdiğim sırası değil hepsi çok güzel. bir sıralama yapılsa ilk başa 4 numarayı alırım şimdilik, 5 de olabilir.hastası oldum)
'for what its worth' hala dinleyemedim.bir problem var ama nedir anlamadım. arkadaşlarımın hepsi evlenmeseydi belki düşünebilirdim 23 hazirandaki konsere gitmeyi. gıcık şeyler. aslında tanıdığım ünlü olan nazan istanbuldadır ve kesin gider konsere.evli de değil üstelik, tadından yinmez.öfff
atv deki çocuk şarkı yarışmasını yavaş yavaş sever oldum. Şebnem diye bir çocuk var bayıldım. çok yetenekli. bence izleyin.
bahar temizliği ve placebonun yanyana bahsedildiği bir yazı daha bulmak istiyorum. evet istiyorum bunu.
25 Mayıs 2009 Pazartesi
can't touch this
pazartesileri koşullanmış biçimde temizlik yaptığım gündür, bahsetmiştim. Artık baharda geldiğinden ve eninde sonunda duvarları silme işi başıma kalacağından odamın duvarlarını bugün çıkarıyım aradan dedim. oda küçük ve bir sürü eşya (elbise dolabı, yatak, çamaşır dolabı , kitaplık, bilgisayar masası ve bunlar yetmiyormuş gibi annemin odamı ardiye gibi kullanması sonucu dolapların üzerinde konuşlanan eşyalar) var. duvar silmekten çok bu eşyaları yerlerinden oynatmak mesele. sabah enerjisiyle işe giriştim. bütün eşyaları odanın ortasına çektim(yazması yapmasından tabiki daha kolay). sonra olağanüstü işeyarar MOP' umla (binbir zorlukla ve yerde sürünerek duygu sömürüsü yoluyla aldırdığım mop. sayesinde külkedisinden kapıcı cafer statüsüne geçtim.yavaş yavaş yükseldiğimi hissediyorum ) duvarları prilli su eşliğinde bir güzel yıkadım.bahar temizliği yapan kadının neşesinin yanında başka neşe tanımam. ardımdan annem duruladı. camları da sildik. eşyaları tekrar yerlerine iterken kabloyu (sürekli prize takılı) tuttuğumla kolumun dalgalanması bir oldu.220 volt bir anda daha yoğun bir ortam olan 'et'e geçince dalga boyu büyüdü ve gerçek bir electric boogie yaşadım. resmen frekansı hissettim (söylemesi ayıp fizik bilgim ortalamanın oldukça üstündedir. şehir şebekesinin frekansını yakından anlayamayız ama gece dışarıda uzaktan şehir ışıklarının bir yanıp bir söndüğünü görürüz.)yakından bütün benliğimle yaşadım. kabloyu bıraktığımda elim biraz uyuştu ve sonrasında da hafif bir sıcaklık artışı oldu.
en sonunda benim odanın işini bitirdik. odada toz namına birşey kalmadı. baharın gelmesiyle coşan burnumun da toz bahanesi ortadan kalkmış oldu(bahar alerjisi burnumu tasarruflu musluklara çeviriyor(aslında su az akıyor ama nerdeyse yarı yarıya hava bastığından tayzikliymiş hissi veriyor)).
the office in 5. sezonun 27. bölümü var mı yok mu? delirecem. seviyorum naapıyım!
internette gezerken bile bazen sıkılan biriyim(çok kere sıkıcı yapımdan bahsetmiştim). sıkıldığımda da blogları geziyorum.malezya dan ne kadar çok blog var. özenti malezyalı teenage ler blogları istila etmiş durumdalar. bir de yaptıkları uyduruk kartları (tebrik kartları, doğum günü kartları...) pazarlayan blog sahipleri var. kahve muhabbeti gibi olacak ama bu insanların işi gücü yokmu lütfen ya! 3 tane kartı satsan ne kazanacaksın? harcadığın zamana, malzemeye değermi? tabiki herkesin derdi senin gibi para değil yıldızcım.onların nafaka problemi yok! heralde isveçliler ya da norveçliler gibi zenginlikten intihar etmeyelim diye kafalarını meşgul edecek birşeyler arıyolar.
en sevdiklerim yemek blogları ve moda blokları.
giysilerimin -tişörtler ve kotlar hariç- büyük bir bölümünü anneme yaptırıyorum. nazar değmesin annem bütün zamanların ve bütün dünyanın en iyi terzisidir. bu yüzden moda blogları model ararken oldukça yardımcı oluyor. bu konuda da kore ve japonyanın üstünlüğü var. bloglar içinde ağzımı sonuna kadar açıp izlediğim bloglar ise gezi blogları.gezdikleri yerleri bir güzel fotoğraflayıp bloglarda sergiliyorlar. hayatta en çok gıpta ettiğim insanlar rahatça dünyada istediği her yere gidebilen insanlardır.
konu açılmışken tv8 de gülhanın galaksi rehberinin hastasıyım. Gülhana da bakarsan benim gibi anasının kuzusu. resmen yurt dışı tur hizmetiyle dünyayı geziyor bir de üstüne para alıyor. deli gibi kıskanıyorum. gülhana kimsenin nazarı değmezse benim değer (Açma o gül ağzını gülom nazar deyer)
bugün de hiç çalışmadım haa!
en sonunda benim odanın işini bitirdik. odada toz namına birşey kalmadı. baharın gelmesiyle coşan burnumun da toz bahanesi ortadan kalkmış oldu(bahar alerjisi burnumu tasarruflu musluklara çeviriyor(aslında su az akıyor ama nerdeyse yarı yarıya hava bastığından tayzikliymiş hissi veriyor)).
the office in 5. sezonun 27. bölümü var mı yok mu? delirecem. seviyorum naapıyım!
internette gezerken bile bazen sıkılan biriyim(çok kere sıkıcı yapımdan bahsetmiştim). sıkıldığımda da blogları geziyorum.malezya dan ne kadar çok blog var. özenti malezyalı teenage ler blogları istila etmiş durumdalar. bir de yaptıkları uyduruk kartları (tebrik kartları, doğum günü kartları...) pazarlayan blog sahipleri var. kahve muhabbeti gibi olacak ama bu insanların işi gücü yokmu lütfen ya! 3 tane kartı satsan ne kazanacaksın? harcadığın zamana, malzemeye değermi? tabiki herkesin derdi senin gibi para değil yıldızcım.onların nafaka problemi yok! heralde isveçliler ya da norveçliler gibi zenginlikten intihar etmeyelim diye kafalarını meşgul edecek birşeyler arıyolar.
en sevdiklerim yemek blogları ve moda blokları.
giysilerimin -tişörtler ve kotlar hariç- büyük bir bölümünü anneme yaptırıyorum. nazar değmesin annem bütün zamanların ve bütün dünyanın en iyi terzisidir. bu yüzden moda blogları model ararken oldukça yardımcı oluyor. bu konuda da kore ve japonyanın üstünlüğü var. bloglar içinde ağzımı sonuna kadar açıp izlediğim bloglar ise gezi blogları.gezdikleri yerleri bir güzel fotoğraflayıp bloglarda sergiliyorlar. hayatta en çok gıpta ettiğim insanlar rahatça dünyada istediği her yere gidebilen insanlardır.
konu açılmışken tv8 de gülhanın galaksi rehberinin hastasıyım. Gülhana da bakarsan benim gibi anasının kuzusu. resmen yurt dışı tur hizmetiyle dünyayı geziyor bir de üstüne para alıyor. deli gibi kıskanıyorum. gülhana kimsenin nazarı değmezse benim değer (Açma o gül ağzını gülom nazar deyer)
bugün de hiç çalışmadım haa!
21 Mayıs 2009 Perşembe
kahve falı
türk kahvesini çok iyi beceremiyorum.hiç bir şeye benzemiyor maalesef. geçen yine yaptım. eh işte. galiba kendi yaptığım türk kahvesinin tadına alıştım. kahvemi içip fincanı kapattım. (aha 22:22 biri beni düşünüyor) kendim açtım baktım ve her zamanki gibi birşey çıkaramadım.anneme götürdüm: annemin yorumu hep aynı 'amaaaan bir sürü balık, çok para kazanacaksın yakında' bu yorumu bekliyordum daha doğrusu istiyordum. çıkmadığı aşikar. ama yine de bunu duymak hoşuma gidiyor. ama bu sefer uzun uzun aradı aradı ve de aradığını buldu 'yıldıııız burda bir gelinle bir damat var. kısmetin açılmış. bak şu gelin duvağı uçuşuyor yanındaki de damat (baktım baktım kimseye benzetemedim koca kafalının tekiydi.). Para yok mu para deyince 'olma mı var bak kocaman bir balık' dedi. annemin sıralamasının değiştiğini anlıyordum. para kazanamayacağımı anlayınca evliliği ilk sıraya koydu.
çok sıkıldım. ama sıkıntımın nasıl geçeceğini de bilmiyorum (anannemi hatırladım rahmetli sıkıldım deyince ' evlenince geçer ' derdi. aynı annannem 'kızlar kocayı birşey sanmış ilk geceden usanmış ' da derdi.) 1 ay sonraki sınava hazırlanıyorum. asıl sıkıntım da bundan galiba. eğitim dersleriyle olan münasebetimden bahsetmiştim. çalışırken sorulardaki hikayeleri dedikodu yöntemiyle aklımda tutmaya çalışıyorum mesela: 'mühendis olmak isteyen Ayşeye babasının öğretmen ol baskısı ayşede rol karmaşasına sebep oluyor ' ya da 'Murat 'ın ağlama davranışı androjen cinsel rol kimliği dir' gibi. böylece hayali bir dünya yarattım ve bu dünyadaki herkesi bir gelişim evresi problemiyle eşleştiriyorum. işe yarayacak mı pek emin değilim ama en azından bu çalışma zamanlarını biraz daha çekilir hale getirdim. resmen Murat'ı Ayşe 'ye , Ayşe' yi Şermin 'e (20 lik şermin evlenmek için kimseye güvenemiyormuş bu da eriksonun yakınlık-uzaklık ilkesiyle açıklanıyor) çekiştiriyorum.
bugün çorum 'a toprak yağdı. lanet gibi tövbe tövbe.
çok sıkıldım. ama sıkıntımın nasıl geçeceğini de bilmiyorum (anannemi hatırladım rahmetli sıkıldım deyince ' evlenince geçer ' derdi. aynı annannem 'kızlar kocayı birşey sanmış ilk geceden usanmış ' da derdi.) 1 ay sonraki sınava hazırlanıyorum. asıl sıkıntım da bundan galiba. eğitim dersleriyle olan münasebetimden bahsetmiştim. çalışırken sorulardaki hikayeleri dedikodu yöntemiyle aklımda tutmaya çalışıyorum mesela: 'mühendis olmak isteyen Ayşeye babasının öğretmen ol baskısı ayşede rol karmaşasına sebep oluyor ' ya da 'Murat 'ın ağlama davranışı androjen cinsel rol kimliği dir' gibi. böylece hayali bir dünya yarattım ve bu dünyadaki herkesi bir gelişim evresi problemiyle eşleştiriyorum. işe yarayacak mı pek emin değilim ama en azından bu çalışma zamanlarını biraz daha çekilir hale getirdim. resmen Murat'ı Ayşe 'ye , Ayşe' yi Şermin 'e (20 lik şermin evlenmek için kimseye güvenemiyormuş bu da eriksonun yakınlık-uzaklık ilkesiyle açıklanıyor) çekiştiriyorum.
bugün çorum 'a toprak yağdı. lanet gibi tövbe tövbe.
6 Mayıs 2009 Çarşamba
hıdırellez
orion la akrep gibi hıdır ile ilyas.bu ikililer hiçbir zaman kavuşmazlarmış.gökyüzünde orion u gören akrebi göremez, akrebi görebilen bu sefer orion u göremezmiş (dünyayı tam küre kabul ettiğimizde bu iki takımyıldız öklid uzayında çapı altkümesi olarak kabul eden bir doğru üzerinde ). akreple orion ilişkisi bir kaçma kovalama ilişkisi diye anlatılıyor(böyle buyurdu mitoloji) ama hıdır ile ilyasınki bir hasret , kavuşamama öyküsü. ikisininde tarihleri örtüşüyor. hızır(yanlış yazmadım) günleri mayısta başlıyor, kasım günleri kasımda. akrep günleri kasımda başlar (kuzey yarımküreye göre düşünüyorum) mayıs başı güneye kaçar sonra orion belirir. google earth planet sağolsun, hangi takımyıldız nereye denk geliyor öğrendim. güneyden görülenleri göremiyoruz yazık ki. ama bize en yakın takımyıldızlar kuzeyden görülüyor (andromeda ve üçgen). bir de uydu takımyıldız var bize en yakın bazıları üçgen yerine onu gösteriyor (adı da yanlış olmasın bernard galiba).konu dağıtmada üstüme yok.
bu sıralar aklıma sıkça gelen bir şarkı (aslında görüntü,bazılarına göre de klip) var. siyah takım elbisesi beyaz gömlek ve siyah papyonu ardından bütün bu kombinasyonun üzerine bel üstünde sonlanan siyah peleriniyle Metin Milli insanı huzura sevkeden bas sesiyle ve şarkısı:

Ay beyaz deniz mavi
Oynasın kızlar
Yarinden ayrılanın
Yüreği sızlar.
kedi zamanı neyseki bitti. yaz geldi ve sitemize bu sefer kuşlar dadandı. ülkemiz çok çeşitli kuşların anavatanı ve çorum da iklim yapısıyla farklı kuşları yılın her döneminde ağırlayan bir coğrafya. etrafı bir sürü ötücü kuş sardı. her sabah neşeyle şakıyan kuşlarla uyanmak bir an için insana iyimserlik aşılıyor. evimiz 1. katta ve pencereme çok yakın bir çam ağacı var. yeni komularım bir karatavuk çifti. komşumun karatavuk olduğunu internetten öğrendim.sabahları beni güzel sesleriyle uyandıran bu çifte aşık oldum (hastası oldum dememek için kendimi zor tuttum). bütün gün birbirimizi gözetliyoruz. onları hayranlıkla izlerken bahçede yağmurla dışarı kafasını uzatan solucanları uzata uzata çekip yutma görüntülerini aklıma getirmemeye çalışıyorum. internetteki bilgiye göre yumurtlamış olması lazımmış dişinin ama yumurta falan yok ortada.
kuşlarla ilgili çok güzel bir türk sitesi buldum gerçekten çok güzel hazırlanmış. tek tek anavatanı türkiye olan kuşların bütün özellikleri hangi tarihlerde nerde görüldüğü ayrı ayrı sınıflandırılmış ve bazılarının sesleri ve video görüntüleri de eklenmiş .ellerine sağlık kim yaptuysa mükemmel olmuş. hemen sık kullanılanlara ekledim.
http://www.trakus.org/ süper doğrusu.
bu akşam atv ana haber sunucusu ne yaptı Allah aşkına. efendim haber obama haberi: obama sıradan halk gibi hamburgerciye gitmiş sıraya girmiş parasını ödemiş falan filan..ve atve ana haber sunucusunun yorumu:' bill clinton da böyleydi obamada böyle. ammaaa bush cık(sadece türklerin kullandığı iddia edilen hayır anlamına gelen kafanın çok az geriye atılması eşliğinde kullanılan bir ifade) böyle değildi' dedi ve bence hayatının utancını yaşadı.tüh tüh tüüühh.
bir ilk bahar sabahı
güneşle uyandın mı hiç
çılgın gibi koşarak
kırlara uzandın mı hiç
geçen günlere yazık
yazık etmişsin gönül sen
öyleyse hiç sevmemiş
sevilmemişsin gönül sen.
30 Nisan 2009 Perşembe
atv deki çocuk şarkıcı yarışmasına ilanları sırasında çok tepki gösterdim 'yine çok bilmiş bi sürü çocuk çıkacak kendilerine ait olmayan bi sürü laf edecekler' diye. geçmişte çok örneğini yaşadık (selimcan ıyy! bir de kutay vardı). programı hala izlemedim ama reklamlarında yere oturup (daha doğrusu çömelip) uzun hava okuyan bir çocuk var. o çocuk bana ilkokuldaki sınıf arkadaşım serdar ı hatırlatıyor. serdar öyle pozlara girmezdi gerçi.günün son dersinde öğretmen zilin çalmasını beklerken eğlenelim diye(!) serdara türkü söyletirdi. 'hadi bakalım serdar bize bi şarkı söyle'. serdarın derslerde söylediği 3 türkü vardı. ibrahim tatlısesin son kasetinden 'tren gelir hoş gelir'. serdar ibrahim tatlısese özenirdi bu türküyü söylerken ve öğretmenden de aferini alırdı.bir diğer şarkı ve bence en severek okuduğu bizi de neşeye boğduğu 'çıt çıt çıt çıt çetenede sar bedeni bedene' . şimdi düşündüm de el kadar çocukların hep bir ağızdan sar bedeni bedene diye şarkı söylemesi ne demekmiş? biz coştukça serdar coşardı.ve 3. şarkı 'beyaz gül kırmızı gül güller arasından gelir, yarim giymiş beyaz azya(gerçeği nedir bilmem ama azyanın ilk a sı ibrahim tatlıses gibi okunmalıdır) cuma namazından gelir'. ilkokul öğretmeni çocuklar için çok önemli gerçekten . bir nevi ebeveyn. o yüzden ilkokulda öğretmen değiştirmek çok zor.
çocuklardan bahsetmişken birisi lütfen şu max dondurma reklamlarına bir müdahale etsin. sinirim oynuyo gerçekten.çocukları niye gençlermiş gibi oynatıyolar ? max yiyin kankalar! eğlenceyi maxlayın kankalar! bögh!!!her sene aynı şımarık figür.
şu sıra hiç bir akademik faaliyette bulunmadığımdan bir çeşit boşluğa düştüm. ben aslında öğretmenim. ama bu kpss meselesi yüzünden atanamadım. milli eğitim bu sınavdan yüksek puan alanları atıyor. benim de eğitim puanlarım düşük geliyor. çünkü buna ciddi bir zaman ayırmak gerekiyor. eğitimde çıkan sorular oldukça teorik.bütün eğitim yaklaşımlarını en ince ayrıntısına kadar öğrenmek ve tabiki akılda tutmak gerekiyor. benim hafızam zaten zayıf(açıkçası analitik bir yapıya sahip olmadıkça her hangi bir bilgiyi akılda tutmayı beceremiyorum :tarih bilgileri, eğitim yaklaşımları, hangi filozofun neyi savunduğu(descartes hariç çünkü analitik felsefe , zaten insan başka nasıl düşünebilir?)...)ben nasıl başaracağım bu sınavı? ben de şu sıra milli eğitimin sınavla yüksek puanlı atadığı öğretmenlerin öğrencilerine ders veriyorum.zaten param da kalmamıştı iyi oldu bu ara.amaan zaten benim yolum artık belli.şu anda da çilemi dolduruyorum galiba. ama kaç sene oldu mezun olalı biraz huzura kavuşmak istiyorum. borcumu düşünerek uyanmadığım bir günüm bile yok. bir de kredi yurtlar icraya vermiş bir sürü kişiyi öfff!serdar bir türkü söyle de neşemizi bulalım. çıt çıt çeteneyi söyle serdar.
çocuklardan bahsetmişken birisi lütfen şu max dondurma reklamlarına bir müdahale etsin. sinirim oynuyo gerçekten.çocukları niye gençlermiş gibi oynatıyolar ? max yiyin kankalar! eğlenceyi maxlayın kankalar! bögh!!!her sene aynı şımarık figür.
şu sıra hiç bir akademik faaliyette bulunmadığımdan bir çeşit boşluğa düştüm. ben aslında öğretmenim. ama bu kpss meselesi yüzünden atanamadım. milli eğitim bu sınavdan yüksek puan alanları atıyor. benim de eğitim puanlarım düşük geliyor. çünkü buna ciddi bir zaman ayırmak gerekiyor. eğitimde çıkan sorular oldukça teorik.bütün eğitim yaklaşımlarını en ince ayrıntısına kadar öğrenmek ve tabiki akılda tutmak gerekiyor. benim hafızam zaten zayıf(açıkçası analitik bir yapıya sahip olmadıkça her hangi bir bilgiyi akılda tutmayı beceremiyorum :tarih bilgileri, eğitim yaklaşımları, hangi filozofun neyi savunduğu(descartes hariç çünkü analitik felsefe , zaten insan başka nasıl düşünebilir?)...)ben nasıl başaracağım bu sınavı? ben de şu sıra milli eğitimin sınavla yüksek puanlı atadığı öğretmenlerin öğrencilerine ders veriyorum.zaten param da kalmamıştı iyi oldu bu ara.amaan zaten benim yolum artık belli.şu anda da çilemi dolduruyorum galiba. ama kaç sene oldu mezun olalı biraz huzura kavuşmak istiyorum. borcumu düşünerek uyanmadığım bir günüm bile yok. bir de kredi yurtlar icraya vermiş bir sürü kişiyi öfff!serdar bir türkü söyle de neşemizi bulalım. çıt çıt çeteneyi söyle serdar.
23 Nisan 2009 Perşembe
23 nisan
ne güzel 23 nisan.
komşunun küçük kızının 23 nisan gösterisini izlemek için tıka basa dolu kapalı spor salonuna gittik . oturacak yer bulamadığımız gibi (merdivende ayakta) havasızlıktan boğulma tehlikesi geçirdik. çocuk gösterisini yapar yapmaz ayrıldık. onun gösterisinin sırası gelene kadar bir sürü çocuk grubunun gösterilerini izledik. iki performanstan birisi kolbastıydı kusacaktım.
the office in neredeyse bütün bölümlerini bitirdim nihayet. en son 22. bölümü galiba.çok seviyorum hatasıyım the office in.hele angelanın jan in bebeğini lahanaların arasına sokup fotoğrafını çekmesi bölümü çok güzeldi. jan de ne manyak çıktı bee. michael ın halleri ,dwight ın doğruları ...çok seviyorum gerçekten.günde 3-4 bölüm izleye izleye 1 ayda bitirdim.
placebo gerçekten ama gerçekten 23 haziranda geliyor türkiyeye. placebo tr den msj geldi hediye bilet veriyoruz diye. bir de yeni klibini 'for what its worth' koymuşlar siteye izleyemedim. ben de orijinal siteden 'battle for the sun' indirdim.beğendim. biletixden baktım 71 tl biletler.ühü ühüü..
komşunun küçük kızının 23 nisan gösterisini izlemek için tıka basa dolu kapalı spor salonuna gittik . oturacak yer bulamadığımız gibi (merdivende ayakta) havasızlıktan boğulma tehlikesi geçirdik. çocuk gösterisini yapar yapmaz ayrıldık. onun gösterisinin sırası gelene kadar bir sürü çocuk grubunun gösterilerini izledik. iki performanstan birisi kolbastıydı kusacaktım.
the office in neredeyse bütün bölümlerini bitirdim nihayet. en son 22. bölümü galiba.çok seviyorum hatasıyım the office in.hele angelanın jan in bebeğini lahanaların arasına sokup fotoğrafını çekmesi bölümü çok güzeldi. jan de ne manyak çıktı bee. michael ın halleri ,dwight ın doğruları ...çok seviyorum gerçekten.günde 3-4 bölüm izleye izleye 1 ayda bitirdim.
placebo gerçekten ama gerçekten 23 haziranda geliyor türkiyeye. placebo tr den msj geldi hediye bilet veriyoruz diye. bir de yeni klibini 'for what its worth' koymuşlar siteye izleyemedim. ben de orijinal siteden 'battle for the sun' indirdim.beğendim. biletixden baktım 71 tl biletler.ühü ühüü..
16 Nisan 2009 Perşembe
pusula
buradaki 'milyon shop' lardan anahtarlık olarak satılan bir pusula aldım. asıl satılma başlığı anahtarlık maskotu olduğundan onlarca pusula içinden doğru yönü göstereni bulmak biraz zamanımı aldı. en sonunda doğruyu gösteren bir tane bulabildim.çok kalitesiz birşey (çin malı işte), ama o kadar sevindimki bir pusulam olduğuna.sürekli yanımda taşıyorum, mekanizması etkilenmesin diye metallerden uzak tutmaya çalışıyorum, ikide bir çıkarıp anlamsızca yönümü buluyorum. çocukken hesap makineli saat alınca gereksiz yere bir sürü dört işlem yaptığım günler aklıma geldi. o da (ailem çok çabuk bozulacağını bildiğinden) kalitesiz birşeydi (alırken yanımda 'bozar hemen sen ucuzunu ver' demeseler bilmezdim). aslında milyon shop dan derece almaya gitmiştim, pusula aldım çıktım. çok güzel kız. gemi kaptanı olma yolunda büyük bir adım attım bence.
üds den 73.75 aldım. sorulardan birini yapmamışım. onu da doğru yapsaymışım tam 75 alacakmışım.görmedim mi ne yaptım bilmiyorum.
benim cicikuşum marley den daha datlu değil mi lütfen ya?
üds den 73.75 aldım. sorulardan birini yapmamışım. onu da doğru yapsaymışım tam 75 alacakmışım.görmedim mi ne yaptım bilmiyorum.
benim cicikuşum marley den daha datlu değil mi lütfen ya?
27 Mart 2009 Cuma
15 kuruş
pazar günü ankaradaydım. üds vardı. sanırım (ya da umarım) 70 alabileceğim.ama 75 i geçebilsem güzel olurdu.
küçük hesap insanıyım. bütün günlerim hesap yaparak geçmiyor tabi. evde kar zarar durumu yaşamadığım için hesaba çok takılmıyorum ama dışarı çıktığım günler-şu sıralar dışarısı benim için ankara- her saniye durum özeti çıkarmaktan başım ağrıyor, kıvrana kıvrana eve dönüyorum. yerde gördüğüm her parayı çok rahat vicdanla alırım. çünkü o parayı benim karşıma hayat çıkarmıştır almazsam nasibimi tepmiş gibi olurum ayıp olur.sonuna kadar da bu düşüncemi savunurum. şimdiye kadar hayat benim yoluma en çok 10 lira çıkardı. onun dışında karşıma çıkanlar genelde 25 kuruşu geçmez. o günde sınavdan çıkıp belediye otobüsüne bindim. otobüs oldukça kalabalıktı. otobüsün orta kısmında yerimi aldım.bir ışık gözümü aldı. hiii. o da nesi. yerde tamı tamına 15 kuruş var. işte kötü bahtıma bir yumruk atma fırsatı.günlük kar hanemde 15 kuruş yerini almalıydı.düşüncemden ,vicdanımdan tamamen emindim. hayat bana 15 kuruşu bu sefer otobüste vermeyi planlıyordu.teklifini değerlendirmek zorundaydım. ama bu sefer etrafımda bir sürü insan vardı ve hepsi de benimle birlikte ayakta duruyordu. benim -aslında bana ait olmayan- 15 kuruşu almak için eğilmem belli bir boşluk gerektiriyordu.o boşluk da o anda orda değildi.biraz düşünüp otobüsün seyrelmesini beklemeye karar verdim.dakikalar geçiyor otobüs seyrelmek bilmiyordu ve ben de durağıma yaklaşmıştım. şimdi karar vermeliydim ' 15 kuruş ürküttüğüm kurbağaya değecek mi?'. almak için ufak bir hamle yaptım ama olacak gibi değildi.göz göre göre 15 kuruşu orada bıraktım ve yine yumruğu yiyen ben oldum.yerdeki 15 kuruşun benim için maddi değeri yoktu artık.almalıydım onu.ben öne geçmeliydim artık ama olmadı.başkası almıştır onu. zarardaydım yine.
geçenlerde bize gelen komşunun torunu bana 'yıldız teyze (evet teyze) sen büyüyünce ne olacaksın ?' dedi.
küçük hesap insanıyım. bütün günlerim hesap yaparak geçmiyor tabi. evde kar zarar durumu yaşamadığım için hesaba çok takılmıyorum ama dışarı çıktığım günler-şu sıralar dışarısı benim için ankara- her saniye durum özeti çıkarmaktan başım ağrıyor, kıvrana kıvrana eve dönüyorum. yerde gördüğüm her parayı çok rahat vicdanla alırım. çünkü o parayı benim karşıma hayat çıkarmıştır almazsam nasibimi tepmiş gibi olurum ayıp olur.sonuna kadar da bu düşüncemi savunurum. şimdiye kadar hayat benim yoluma en çok 10 lira çıkardı. onun dışında karşıma çıkanlar genelde 25 kuruşu geçmez. o günde sınavdan çıkıp belediye otobüsüne bindim. otobüs oldukça kalabalıktı. otobüsün orta kısmında yerimi aldım.bir ışık gözümü aldı. hiii. o da nesi. yerde tamı tamına 15 kuruş var. işte kötü bahtıma bir yumruk atma fırsatı.günlük kar hanemde 15 kuruş yerini almalıydı.düşüncemden ,vicdanımdan tamamen emindim. hayat bana 15 kuruşu bu sefer otobüste vermeyi planlıyordu.teklifini değerlendirmek zorundaydım. ama bu sefer etrafımda bir sürü insan vardı ve hepsi de benimle birlikte ayakta duruyordu. benim -aslında bana ait olmayan- 15 kuruşu almak için eğilmem belli bir boşluk gerektiriyordu.o boşluk da o anda orda değildi.biraz düşünüp otobüsün seyrelmesini beklemeye karar verdim.dakikalar geçiyor otobüs seyrelmek bilmiyordu ve ben de durağıma yaklaşmıştım. şimdi karar vermeliydim ' 15 kuruş ürküttüğüm kurbağaya değecek mi?'. almak için ufak bir hamle yaptım ama olacak gibi değildi.göz göre göre 15 kuruşu orada bıraktım ve yine yumruğu yiyen ben oldum.yerdeki 15 kuruşun benim için maddi değeri yoktu artık.almalıydım onu.ben öne geçmeliydim artık ama olmadı.başkası almıştır onu. zarardaydım yine.
geçenlerde bize gelen komşunun torunu bana 'yıldız teyze (evet teyze) sen büyüyünce ne olacaksın ?' dedi.
19 Mart 2009 Perşembe
durumum yok
herşeyi açıklıyor. kendini çok fazla yerin dibine sokmadan, başka bir açıklamaya gerek bırakmadan. oldukça net. ' durumum yok'. her yerde kullanılabilir. durumun olsa bile bahane yerine geçer. ben nasıl akıl edemedim bunca yıldır?hayatıma bu söz dizisini soktuğu için 'flexi card' reklamına teşekkürü bir borç bilirim.bu ifade hakkında çok fazla övgü dolu söz yazmak istiyorum ama ölüyü çok yıkarsak ne olacağını biliyoruz.

evimiz 1. katta olduğundan sokak seslerini oldukça etkili bir şekilde alabiliyoruz. herşeye alıştım da bu kediler beni delirtecek. belediye başkan adaylarının her yılın mart ayında uygulamaya konulacak mart kedisi planı geliştirmelerini istiyorum.benim odanın pencere dibi kötü kedi şerafettinin cihangir parkı gibi oldu. uzunca bir değnek bulup dürtücem 'azdım' diye haykıran kedileri.
evcil hayvan olarak kedi yada köpek düşünmememin sebeplerinden birisi bu (bakımın zorluğu temizlik meselesi bunlarda var). her sene her sene 'ben azdım' diye ortalığı ayağa kaldıracak diye şitrese girerim.
köpekler beni hiç sevmez. köpeklerde benden yayılan 'güvenilmez' sinyalini alan reseptörler var galiba. aradaki mesafe çok uzak bile olsa 'defol burdan, çabuk uzaklaş, görmeyim seni bir daha burada' dercesine havlıyorlar sinirli sinirli. bende onlardan hoşlanmam zaten. ne yapacağı kestirilemeyen bir hayvandır. hiç birşey yokken saldırabilirler.asıl sizsiniz güvenilmez gerizekalılar. hiç sevmiyorum sizi.
kedileri de sevmem sırnaşır dururlar. tırmalar her tarafı, kafasına göre hareket eder, gezer dolaşır günler sonra hiç birşey yokmuş gibi hayatına devam edebileceğini sanır kediler. kimbilir ne yaptın günlerdir.pis.

en güzeli kuş. kuşlar beni çok sever bende onları tabi. hayatımda sahip olduğum hiç bir kuşu satın almadım. ilki (muhabbet kuşu) kaçmış başka bir yerden pencereden içeri giriverdi. beni seçti.sonrada yine kaçarak ayrıldı bizden.çok serseri kuştu gerçekten. ikincisini de(kanarya) arkadaşımız verdi doğar doğmaz şu anda 5 yaşında ve bana aşık tabiki.mevsim geçişlerinde tüy döküyor yani şu anda depresyonda.
Depeche Mode 'wrong ' hastası oldum. parça sanki evrenin başlalangıcından
(varsa tabi) beri varmış da depeche mode un kendisini keşfetmesini bekliyormuş gibi. başkası keşfetse yazık olurdu gerçekten.o kadar depeche mode hissi veriyor ki!.şiddetli tavsiyeler efenim....
canlı performansını izlemek istediğim sayılı gruplardan birisi depeche mode.bir diğeri de placebo. ikisi de Türkiye'ye geldi ama durumum yok.
5 Mart 2009 Perşembe
asistan kıyımına son
Bugün CNN türk de asistanların üniversitede sabahlama eylemleri hakkındaki haberi izledim. Konu 50/d lilerin kadro meselesiydi. Lisans eğitiminin ardından çalışma hayatına atılmadan akademik kariyere yönelen kişiler Yüksek lisans ya da doktora öğrenimleri boyunca üniversitede asistan olarak görev alıyorlar ve öğrenimleri sona erince de okuldan ayrılıyorlar. Bu durumu asistanlık görevlerine başlamadan kabul ediyorlar. Haber yayınlanırken hükümetin konuyla ilgili yetkilisi telefonla yayına bağlandı ve bu araştırma görevlilerinin bu durumu göreve başlamadan önce kabul ettiklerini onaylayan bir imza attıklarını dolayısıyla kadro isteme haklarının olmadığını belirten bir konuşma yaptı. ayrıca bu konuşmada yetkili adı geçen 50 /d yasasının lisans eğitiminden sonra kişileri akademik kariyere teşvik ettiğini de söyledi.

Hükümetin (kendi adıma) günü kurtarma politikasını izlediğini biliyorum. Baz tamamen seçim takvimi. Gerçekten akademik kariyerine devam etmek isteyen heyecanlı kişiler bu politikanın kurbanı. yine hükümetin günü kurtarma politikasının bir ürünü olan her ile tabela üniversitesi ve artan üniversite mezunu(!) işsizler ordusunun bir kısmı sadece para kazanmak amacıyla üniversitede kalmak için akademik kariyere yöneliyor. Bir şekilde (torpil) üniversitede 50/d ile iş bulabilenler ise bu sefer de gelecek kaygısına kapılıyorlar.çünkü bu iş size ancak 3-4 yıl kadar kazanç sağlayabilir. Burda akademik kariyere yönelimin sebebi sadece para. İşi sadece düzenli para olarak görenler bunlar. Derdi gerçekten bilim olanlar ayrı.Kafasında sürekli gelecek kaygısı olan biri kendini tam anlamıyla işine veremez galiba. Dolayısıyla da ortaya çok az işe yarar kaliteli eser çıkıyor.
insanları zorla üniversiteye sokup adına üniversite mezunu diyen hükümet keşke bunu ülkenin gerçekten ihtiyacı olduğundan yapsa . her sene daha fazla (niyeyse) genci üniversiteli yapacaz diye kontenjanlar artırılıyor. bu gençler birkaç sene sonra mezun olduklarındaysa işsizler ordusuna adlarını yazdırıyorlar. çok kötü çok.bir kaç sene sonra seçim gelirse başka bişey buluruz.kalitesiz işler.
haber için http://haber.sol.org.tr/mansetler/mansetsag/10023.htmlbenim yazdığımdan birşey anlamayanlar bi zahmet haberi okusun.
Çalıştığım konuda çalışan son kişi zaten makalesinden yararlandığım hocammış . yeni öğrendim. gerçi bunu bana söyleyen hocam da beni devam etmem için gazlama amacıyla söylemiş olabilir. çabuk gaza gelirim.
söylemek istediğim o kadar kişi var matematik bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışan. ne biliyim...devam edicem tamam gelmeyin üstüme. bayrağı ben taşıycam!hey yavyum.

Yavyum dedimde bugün kırtasiyede (öğretmendi heralde) bir kadın 'acaba peyami safa nın 'cingöz recai' kitabı var mı 'dedi. bana bir gülme geldi orda. ayıp oldu mu acaba?cingöz recai çok sık kullandığım bir tamlama (tamlama mıdır?)dır. başkasından duyduğum için heralde komik geldi. Hastasıyım türk filmlerinin.
Tezin savunmasından çok evrak işleri daha bezdirici.bende asistan istiyorum.şu işleri yapsın benim için.yarın yine ankaradayım koşturacam öfff.
21 Şubat 2009 Cumartesi
reklamlar+ali tezel
tv bağımlısıyım.hele ki boşluğa düştüğüm şu günlerde iyice müptelası oldum.en son mezun olacağım sene böyle olmuştu. 'everybody loves raymond' u izlemek için dersi asıp eve geliyordum.ama eğitim dersiydi. çok sıkıcıydı. dersten önce çalışıp gidiyordu herkes, sonra hoca derste şekil olarak soruyu nasıl yorumladığımızı ölçmek isteyen fakat özünde, önceden çalışılmış o cevapların sınıfta birkez daha telafuz edilmesini amaçlayan sorular soruyordu. ben de her seferinde şekle kandığımdan aklımca kendi yorumumla soruyu değerlendirmeye çalışıyordum. bunun karşılığında hoca da beni ,hafif acıma duygusuyla birlikte, ne söylediğimi sonuna kadar dinliyor; kendini , beklediği önceden çalışılmış cevaplar geldiğinde heyecanlanmaya saklıyordu. ve sınıftaki 'gözdeler' bu cevapları sırasıyla kendi yorumlarıymış gibi ortalığa salmaya başlayınca ben sınıfın salağı oluyordum tabi.etrafımı birdenbire 'ne diyo bu salak' diye yüksek sesle söylenen düşünce balonları sarıyordu. evet eğitim dersleri işte böyleydi. bu derslerdeki bunun gibi tek tük çıkışlarım dışında ağzımı açmadan dersin bitmesini bekliyordum.aslında lisede de eğitim derslerimiz vardı.orda da oldukça etkisiz bir elemandım,ama lisede herkeşler öyle olduğundan garipsemiyordum heralde.ama neyseki matematik öyle değil.
nasıl başladım nereye geldim.

işte bu sıkıcı derslerden olabildiğince kaçmak benim için ruhumu kurtarma operasyonu haline gelmişti.ben de devamsızlığımın sınırlarını zorlayarak 'everybody loves raymond' a takmıştım kafamı .galiba o dizide de kendimi robert la özdeşleştirdim.
o zaman da şimdiki gibi reklamları bile izliyor hepsi hakkında yorum yapmaya çalışıyordum.
lipton poşet çay reklamındaki adamı her izlediğimde yüzümde acı bir sırıtış beliriyor. hele de satranç oynarken sorunu çözememiş çocuğa 'ipucu' vermek için at taklidi yapmıyor mu,işte orda aklıma bir sürü soru takılıyor.bu adam bu reklamda bu rolü yapmak için kaç para aldı?içine sindi mi?yönetmen ilk çekişte mi tamam dedi yoksa gerçekten denedi ama bir noktadan sonra bıkkınlıkla olduğu gibi kabul etmeye mi karar verdi?firma sahipleri bunu mu istiyordu?mal gibi bir adam kimse kusura bakmasın.antipatik, basit,baştan savma!ama reklam müziğini sevdim. yazık olmuş müziğe!bi izleyin.
bir de aptamil junior var. işte kadının çocuğu 1 yaşına girmiş de çocuğu herşeylerini arkadaşlarıyla paylaşıyormuş da mikropları da paşlaşıyormuş...bu sırada ekranda çocuğun annesi yanındayken arkadaşının üzerine hapşurduğu kaşığı anasının gözünün önünde alıp ağzına götürmesini ve kadının da bunu seyretmesini izliyoruz. sonra 'çocuğumu nasıl koruyabilirim 'diyor. mal gibi bakacağına alsana kaşığı elinden.hadi yanında olmadığı bir zamandan bahsetseler neyse!bir de bu reklamın çocuğunu gezdirirken yaşlı teyzenin nispet yaparmışcasına annesinin gözü önünde önce hapşurup sonra göstere göstere çocuğun başını okşaması var.hiç samimi değil.
kanal 7 de bu sabah türk filmi vardı(türk filmlerinin hastasıyım yakalayınca bırakmam). reklamları da izledim. bir reklam nestle bir reklam başka marka formundaydı. bir kaç gün önce filistin saldırıları sırasında israil ürünlerine karşı ambargo çağrısı(doğru bir ifade mi oldu bilmiyorum) maili aldım.bu ürünler arasında dikkatimi çekenlerden birisi de nestleydi.nestlenin ürü
nlerinin (gerek çikolata gerekse kahve olsun, ayrıca nestleden tişört kazanmışlığım var) yakın takipçisiyim.bana gelen ambargo maili israili hedef alan(haliyle) kanal 7 nin takındığı tavırlara benzer ifadeler taşıyordu. yani söylemek istediğim paralel iki doğrudan çok çakışık iki doğru gibiydiler. bana gelen bu mailden sonra kanal 7 de ikide bir(gerçek anlamda) nestle reklamının çıkmasını garipsedim. umarım benim anladığımı doğru anlatabilmişimdir. tabi ticaret denebilir, tabi meşru bağlantıları olmadıklarını söyleyebilirler ama ne biliyim, galiba şu günlerde ki yolsuzlukları ortaya çıkarma rüzgarına mı kapıldım nedir?kendi çapımda bir şeyler mi yapıyorum?işte bir yandan ambargo diyosun bir yandan da paradan geçemiyosun gibi...sadece düşünce.

hayatımın kısa bir süre de olsa bir döneminde ali tezel gibi olmak istiyorum. onun sınavına çok iyi çalışmış çalışkan öğrenci halinin hastasıyım. tabi program önceden hazırlanıyor, sorular ve cevapları belli ama yine de insan hiç mi karıştırmaz ,duraksamaz, notlarına bakmak istemez?gerçekten kısa bir dönem de olsa cevaplarımdan bu kadar emin olmak isterdim.
16 Şubat 2009 Pazartesi
suçluluk+yük
bir kaç ay önce seyahatlerimden ve bana açtığı masraflardan bahsetmiştim. bunlar keyfi geziler değillerdi. iş seyahatiydi ve hiçbir başarılı sonuç alamadım. bütün masraflar da ailem tarafından karşılandı. sağolsunlar.tabi insanın ailesi olması böyle birşey. onlar şikayetçi değil ama ben göstermediğim suçluluk duygusunun altında eziliyorum. suçluluk duygusunu sözle ifade etmiyorum ama galiba yaptığım ekstra davranışlarla bunu gösteriyorum. mesela evin tüm temizliğini kimseye sormadan üstlenmiş olmam (pazartesi günleri bütün ev ve büyük temizlikler(bayramda ,baharda halı yıkamak, cam silmek..)). iyice kül kedisi oldum.'bunlar olağan şeyler tabi yapacaksın köpekk!' diyebilirsiniz. garip olan bu zamana kadar bu işleri yaparken isteksiz görünmem , söylenip durmam ve de işi başkasına yıkmaya çalışmam şimdi ise kimseyi bu işe bulaştırmadan canla başla evin bir ucundan başlayıp diğer ucundan çıkmam.tek kelime etmeden ve neredeyse yüzümde bir mutluluk ifadesiyle.ve bu sadece temizlik !bütün banka işlerini ,arada yemek işlerini ve kahvaltıyı! bütün derdim o masrafları çıkarmak.
galiba bu da çocukluktan süregelen hep başarılı olma durumu.başarısız olunca ne yapacağımı şaşırdım.aileme yük olduğumu düşünüyorum. halbüse baştan beri böyle olan insanlar var. ailesinin başını sürekli derde sokanlar, masraf üstüne masraf ekleyenler.onlar hiç suçluluk hissine kapılıyor mu? hayır. bütün bunları bugün eğilmiş kan ter içinde yerleri silerken düşündüm (viledayla olmuyo,bi yerden aldığını öte yana bırakıyor.).
bu arada en sevmediğim ev işi listemde en başta bulaşık yıkamak vardır. nefret ederim.ömrümden ömür gider.hele bir de levobonun deliğine partiküller tıkanmıyor mu bırakıp kaçıyorum o anda .midem kalkıyor.
şu savunmayı yaptım ya bir rahatladım bir rahatladım. meğerse bütün negatif halim savunma endişesi yüzündenmiş.gerçekten rahat bir hafta geçirdim. savunmaya yakın günlerde sırtımda bir tutukluk durumu vardı. hareket ederken oldukça güçlü bir ağrı hissediyordum.annem üşüttüğümü iddia ediyordu.ama savunmayı takılmadan geçince sırtımdaki ağrı mucizevi bir şekilde geçti. şitresi bedeni tarafından algılayan bir yapım var.baş ağrısını ve uykusuzluğu saymıyorum çünkü bunlar endişenin direkt göstergesi olabilir.ama sırt ağrısının bir anda yok olması garipti gerçekten.üstelik hiç bir ilaç almadan. daha gençken de bir arkadaşımı kıskandığım için ishal olmuştum.ama arkadaşımla durumlar eşitlenince geçmişti birdenbire hastalığım.
hayatıma şu an için maddi bir katkı sağlamamış olsa da yüksek lisansı bitirmiş olmak beni rahatlattı gerçekten.
galiba bu da çocukluktan süregelen hep başarılı olma durumu.başarısız olunca ne yapacağımı şaşırdım.aileme yük olduğumu düşünüyorum. halbüse baştan beri böyle olan insanlar var. ailesinin başını sürekli derde sokanlar, masraf üstüne masraf ekleyenler.onlar hiç suçluluk hissine kapılıyor mu? hayır. bütün bunları bugün eğilmiş kan ter içinde yerleri silerken düşündüm (viledayla olmuyo,bi yerden aldığını öte yana bırakıyor.).
bu arada en sevmediğim ev işi listemde en başta bulaşık yıkamak vardır. nefret ederim.ömrümden ömür gider.hele bir de levobonun deliğine partiküller tıkanmıyor mu bırakıp kaçıyorum o anda .midem kalkıyor.
şu savunmayı yaptım ya bir rahatladım bir rahatladım. meğerse bütün negatif halim savunma endişesi yüzündenmiş.gerçekten rahat bir hafta geçirdim. savunmaya yakın günlerde sırtımda bir tutukluk durumu vardı. hareket ederken oldukça güçlü bir ağrı hissediyordum.annem üşüttüğümü iddia ediyordu.ama savunmayı takılmadan geçince sırtımdaki ağrı mucizevi bir şekilde geçti. şitresi bedeni tarafından algılayan bir yapım var.baş ağrısını ve uykusuzluğu saymıyorum çünkü bunlar endişenin direkt göstergesi olabilir.ama sırt ağrısının bir anda yok olması garipti gerçekten.üstelik hiç bir ilaç almadan. daha gençken de bir arkadaşımı kıskandığım için ishal olmuştum.ama arkadaşımla durumlar eşitlenince geçmişti birdenbire hastalığım.
hayatıma şu an için maddi bir katkı sağlamamış olsa da yüksek lisansı bitirmiş olmak beni rahatlattı gerçekten.
11 Şubat 2009 Çarşamba
fool if you think it's over...
tri lay lay liiii
tri lay lay liiii
tri lay lay li tri lay lay li tri lay lay loooom
nasılsın?iyi misin? sorarsam söyler misin?
şu anda resmen bildiğin YÜKSEK matematikçiyim ! ünvanın yanında sanki gerçekten ufak bir tümseğe çıkmış da dünyayı o yükseklikten izliyor gibiyim. hocamın da belirttiği gibi boyum uzadı. çok uzun sürdü ama.savunma iyi geçti.asıl problemi kutlama pastasını hocalara dağıtırken yaşadım.cheesecake almıştım kakaolu, kakaoları heryere savruldu,öksürttü ama ben tezime onay aldığım için o kadar mutluydum ki öksürüklere boğulan hocalar sanki benim için zafer şarkıları söylüyor gibiydiler.
doktoraya devam edip etmeyeceğimi sordular.bende onlara geri sordum devam ediyim mi yoksa bırakıyım mı diye (çünkü ben ne kadar istesem de başarılı olabileceğim konusunda kendimi yanıltabilirim) .onlar da devam et dedi. artık yaza kadar dinlenirim.sonra hadi bakalım doktora.doktorada artık ankara-çorum arası yolculuk yapmak istemiyorum.yoruldum artık yoldan.yaza kadar bu konu hakkında neler yapabileceğimi düşünmeliyim.
şimdi önümde üds var bir ay kadar da ona hazırlanmaya çalışacağım. durum şu anda böyle.
rahatladım.
tri lay lay liiii
tri lay lay li tri lay lay li tri lay lay loooom
nasılsın?iyi misin? sorarsam söyler misin?
şu anda resmen bildiğin YÜKSEK matematikçiyim ! ünvanın yanında sanki gerçekten ufak bir tümseğe çıkmış da dünyayı o yükseklikten izliyor gibiyim. hocamın da belirttiği gibi boyum uzadı. çok uzun sürdü ama.savunma iyi geçti.asıl problemi kutlama pastasını hocalara dağıtırken yaşadım.cheesecake almıştım kakaolu, kakaoları heryere savruldu,öksürttü ama ben tezime onay aldığım için o kadar mutluydum ki öksürüklere boğulan hocalar sanki benim için zafer şarkıları söylüyor gibiydiler.
doktoraya devam edip etmeyeceğimi sordular.bende onlara geri sordum devam ediyim mi yoksa bırakıyım mı diye (çünkü ben ne kadar istesem de başarılı olabileceğim konusunda kendimi yanıltabilirim) .onlar da devam et dedi. artık yaza kadar dinlenirim.sonra hadi bakalım doktora.doktorada artık ankara-çorum arası yolculuk yapmak istemiyorum.yoruldum artık yoldan.yaza kadar bu konu hakkında neler yapabileceğimi düşünmeliyim.
şimdi önümde üds var bir ay kadar da ona hazırlanmaya çalışacağım. durum şu anda böyle.
rahatladım.
5 Şubat 2009 Perşembe
ağla yıldız ağla
büyük gün 10 şubat.nihayet tezimi savunacağım gün geldi biraz geç bile kaldık aslında. ama önümüzdeki salı günü bu macera da bitecek. çok korkuyorum kız. mülakat tipi sınavlarda hiç başarılı olamıyorum. bildiğim herşeyi unutuyorum. unutuyorum da değil aslında daha çok bildiğim herşeyin doğruluğundan şüphe duyuyorum. zaten matematiğin (sadece matematik eğitimi alanlar anlayabilir) böyle bir tarafı var. doğru olduğundan emin olduğunuz bir önerme karşınızda yanlış bir önermeymişcesine pis pis sırıtır. bu matematikte şöyle böyle doğruluk değeri belli olmayan önermeler olması anlamında değil yanlış anlaşılmasın.tamamen 'beşerdir şaşar' durumu. size bir sır:matematikte doğruluk değeri belli olmayan önermeler vardır ve GEB (gödel ,escher ,bach) de derki matematik çelişkiden azade değildir.
neyse asıl noktadan uzaklaşmayalım.10 şubatta kendimi rezil edicem,bildiğim ne varsa unutucam,saçmalıycam. yani 10 şubatta şenlik var.kaçırmak istemeyen buyursun.jüri ne soracak bilecek miyim ?hangi ispatı soracak.kör noktalara girmesinler lütfen.öfff! çok canım sıkkın.hacettepeden gelen jüri beni biraz geriyor.gerçi belli olmaz bizimkiler daha korkunçtur belki.öff!hayatımdan bir an bile eksik olmayan belirsizlik belası!
yemekteyiz programının bu hafta ki bölümünün ilk yarışmacısını izlememiştim.yemekten sonra piyanist şantörümsü bir müzisyen getirmiş. şarkıcı da zorla mimar adama(mimaradam iyilerin dostu kötülerin düşmanı) bir şarkı söyletmeye çalışmış.güleyim mi ağlayım mı bilemedim. çok zor bir durum. yazık adam söylesem mi söylemesem mi gitti geldi. çok rezil durumdu gerçekten(sen 10 şubatta görcen rezilliği). ben olsam levoboya giderdim müzisyenler gidene kadar da çıkmazdım.çok acıdım valla.
bir de avukat kadın ne kadar çok ve tekrarlı konuşuyor. bir yorum yapıyor. yorumda geçen kelimelerin yerlerini değiştirerek tekrar tekrar söylüyor.böylece 'n' tane kelimeye sahip(bağlaçlar hariç ve tamlamaları tek kelime olarak saydığımızda) bir cümlenin 'n!' farklı dizilimini söylüyor.
ali okula gitti
ali gitti okula
okula ali gitti
okula gitti ali
gitti okula ali
gitti ali okula
sinir bozucu!
neyse asıl noktadan uzaklaşmayalım.10 şubatta kendimi rezil edicem,bildiğim ne varsa unutucam,saçmalıycam. yani 10 şubatta şenlik var.kaçırmak istemeyen buyursun.jüri ne soracak bilecek miyim ?hangi ispatı soracak.kör noktalara girmesinler lütfen.öfff! çok canım sıkkın.hacettepeden gelen jüri beni biraz geriyor.gerçi belli olmaz bizimkiler daha korkunçtur belki.öff!hayatımdan bir an bile eksik olmayan belirsizlik belası!
yemekteyiz programının bu hafta ki bölümünün ilk yarışmacısını izlememiştim.yemekten sonra piyanist şantörümsü bir müzisyen getirmiş. şarkıcı da zorla mimar adama(mimaradam iyilerin dostu kötülerin düşmanı) bir şarkı söyletmeye çalışmış.güleyim mi ağlayım mı bilemedim. çok zor bir durum. yazık adam söylesem mi söylemesem mi gitti geldi. çok rezil durumdu gerçekten(sen 10 şubatta görcen rezilliği). ben olsam levoboya giderdim müzisyenler gidene kadar da çıkmazdım.çok acıdım valla.
bir de avukat kadın ne kadar çok ve tekrarlı konuşuyor. bir yorum yapıyor. yorumda geçen kelimelerin yerlerini değiştirerek tekrar tekrar söylüyor.böylece 'n' tane kelimeye sahip(bağlaçlar hariç ve tamlamaları tek kelime olarak saydığımızda) bir cümlenin 'n!' farklı dizilimini söylüyor.
ali okula gitti
ali gitti okula
okula ali gitti
okula gitti ali
gitti okula ali
gitti ali okula
sinir bozucu!
3 Şubat 2009 Salı
ağlama federer ağlama
kendime acıdığım kadar kimseye acımam. bundan bir an önce kurtulmak gerekir biliyorum ama nasıl olur bilmiyorum.benim yaşadığım en küçük bir şanssızlık dünyamın kararmasına benim ne kadar da bahtsız biri olduğum sonucuna ulaşmama yeter.neden bütün aksilikler beni bulur veya why does it always rain on me (tam bu satırları yazdığım sırada)? tabiki kimsenin hayatı mükemmel değil.yaşantılarına özendiğim bir sürü insan var.zenginlikleriyle ya da şöhretleri ya da eserleri anlamında değil, sadece o mutlu görünüşlerinden dolayı. kanıyorum işte. ama geçen gün Federerin avustralya açık tenis turnuvasında kupayı kaybedince zırıl zırıl ağlamasını izlediğimde (binlerce kişinin önünde resmen zırııl zırııl ağladı.hala şaşkınlık içindeyim.) tam olarak neyi istediğimi bilemedim.federer maçlar öncesinde maç sırasında ya da maç sonrasında(kaybetmiş olsa bile) pek duygularını göstermeyen bir oyuncudur. hatta bazı tenis oyuncuları gibi oynarken de 'ııhh' gibi zorlanma sesleri(hele bir arancha sanchez vardı kii) çıkarmaz ya da sharapova gibi çığlık atmaz.ne düşündüğünü moralinin ne durumda olduğunu anlayamazsın. dolayısıyla ağlama (üstelik o kadar seyirci önünde) gibi ağır bir durum sergilemesi beni çok şaşırttı. roland garros ve wimbledonu nadala (ya da nadasa (gerçi roland garrosu hiç alamadı)) bıraktığında bile bu sakin duruşunu kaybetmedi ama avustralya da ne oldu bilmem. sen yıllarca rekor üstüne rekor kır, adını tarihe yazdır, turnuvadan turnuvaya koştur ödülleri cebe indir, sponsorlar peşinden koştursun beş kuruş masrafın olmasın sonra turnuvayı kaybettim diye ağla.bu zamana kadar epey para topladın zaten. bir tenis oyuncusunun gelebileceği en güzel yerlere geldin. artık federer için düşüş başlamış gibi görünse de agassi ya da steffi graf örneğinde olduğu gibi ikinci bir parlak dönem yaşayabilir.ama şimdi federerin cennetinde de problem var. bu da bana ders olsun.
bu arada trt 3 de steffi nin 1991 deki wimbledon finalini verdiler. çok özlemişim. insan tenis oynarken nasıl bu kadar hanımefendi olabilir.şimdiki kadın tenisçiler arasında ona duyduğum kadar hayranlık duyacağım kimse yok. hele bir williams kardeşler var ki onlar yaşlanana kadar bayanlar tenis maçlarını izleyemiycem galiba (sinir oluyorum). steffinin 2. parlak döneminin başında martina hingis biraz kendini gösterdi.çok da zevkli maçları oluyordu. ama sonra steffiyle finallerinde(97 ydi galiba) şımarıklılığı yüzünden seyircisinin antipatisini kazandı ve tenis dünyasından adını sildirdi. canım steffi tüm uyarılarıma rağmen gitti de o gerizekalı agassiyle evlendi.
tamamen kendimle ilgili bir yazı olacaktı ama yine tenise girince çıkamadım. seviyorum napıyım?

tamamen kendimle ilgili bir yazı olacaktı ama yine tenise girince çıkamadım. seviyorum napıyım?
30 Ocak 2009 Cuma
avrupa yakası+davos krizi+kızılay
sıkıcı hayatımın en eğlenceli parçası avrupa yakası.bu sene bitecek diye bir duyum aldım (her sene olur bu) ama artık sona yaklaştığını farkeder gibiyim. yani kaç sene devam edebilir ki?
bana kalsa yalan rüzgarı gibi çok daha uzun yıllar sürsün isterim. burhandan, dilberden, şahikadan, aslıdan, volkandan, tahsinden, makbuleden, sertaçtan, mösyö bülentten , tanrıverdiden ve diğer bütün karakterlerden bıkacağımı hiç sanmıyorum. bence dizinin hangi sezon biteceğini öğrenen ilk kişi gülse birselin kuaförüdür. her kadın gülse birsel gibi saçının rengi veya şeklini altı yıl gibi uzun bir süre koruyamaz.eminim kuaförünün büyük baskısı vardır:'gülse hanım(ya da gülseciğim) artık şu saçları değiştirelim altı yıl oldu lütfen' diyordur. gülse birsel de dizinin devam edip etmeyeceğini bilen az sayıda kişiden biri olduğu için 'tarkancığım (kuaförün adı anlamında benim kuaförün adı tarkan) bu sene olmaz dizi devam edecek' ya da ' seneye tarkancım seneye' diye dizinin devam edip etmeyeceğini belirtebilir.

israilin filistine saldırısını israilde yakında yapılacak seçimin yatırımı olduğunu belirtenler davos ta aynı saldırı üstünden türkiyedeki tribünlere oynamıştır.davostaki krizi türkiyede yapılacak seçimin yatırımı olarak görmekten kendimi alamıyorum. yıllar önce abdullah öcalanın yakalanmasıyla bir anda oylarını tavan yaptıran dsp ve mhp(bu sadece raslantıydı diyenler olabilir ama uçaktaki görüntülerin yayınlanması da bir nevi tribünlere oynamaktı düşüncesinden de kendimi alamıyorum.) örneğinden faydalanma çabası olarak görüyorum.ayrıca işe yaradığını üzülerek izliyorum. politikaysa politika anlıyorum ama nasıl içlerine siniyor anlamıyorum. avrupadan giderek uzaklaşıyoruz ve arap dünyasına yaranmaya çalışıyoruz niyeyse.
filistine maddi yardımlar konusunda da iktidarın oy düşüncesi açık bir şekilde ortada.öncelikli olarak devletin yardım kurumu kızılay tarafından yürütülmesi gereken kampanya başbakanlık adı altında daha büyük bir kampanyayla sürdürülüyor.kızılayın kampanyasına trt de rastlamadım (ben rastlamadım belki de vardır) ama başbakanlığın kampanyası her reklam arasında ve sabah programında sürekli karşımıza çıkıyor.amaç türk milletinin anlamsız aşırı duygusallığını oy kanallarına yönlendirmek . kendi adıma kızılayın kampayasını tercih ettim (gerçi kızılay da sütten çıkmış ak kaşık değil bildiğim kadarıyla yöneticileri hakkında bir sürü soruşturma açılmıştı zamanında). ama yine de devletin iktidar değişse bile sabit kalacak (yöneticisi değişse bile) bu yardım kurumu ve bu kurumun iktidar değişse bile sabit kalacak(yöneticisi değişse bile) bir yükümlülüğü var.yani bir yardım kurumumuz zaten var ve bu kurumun oy kaygısı yok.tamam duygusalız yufka yürekliyiz ama lütfen yaa.
22 Ocak 2009 Perşembe
nonexistence
ingilizcede en sevdiğim, kullanmaktan en çok hoşlandığım kelime nonexistence dir.hazırladığım tezin orijinalinde hocanın sıklıkla kullandığı sözcüklerden birisi.ilk okuduğumda o kadar beğendim ki gerekli gereksiz kullanma sahaları açmaya çalıştım kendimce!uyanır uyanmaz aklıma geliyor ve hafif obsesif özelliğimden dolayı her sabah yüksek sesle boşluğa bu güzel kelimeyi bırakmadan edemiyorum.google da acaba nonexistence yazınca ne çıkıyor diye merak ettim bir tür depresif grup bekliyordum zaten ama bir metal grubun sitesi çıktı.ilk önce sihirbaz sitesi sandım.çünkü (galiba) grup üyelerinden birisinin fotoğrafı böyle bir his veriyordu.sitenin altında da nonexistence666 diye bir link atılmıştı.biraz daha ilerleseydim kelimenin güzelliğini ,o melodik lezzeti, o dolu dolu nefes alışverişi hayatımdan silmek zorunda kalabilirdim.nonexistence...daha ne olsun!
tezin sunum aşamasındayım.jüri belli oldu.2 si benim hocam zaten bir tane de hacettepeden var.haftaya onun da yanına gidip tezin kopyasını vericem. artık bitsin.doktora başvurusu da yapamadım bitmediği için.önümüzdeki döneme kaldı.zaten param da yok. isabet mi oldu ne?
bu arada ilgilenen varsa burdan uyarmak isterim ki:'rakam' sadece işarettir. büyüklüğü yoktur.ve sadece 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 elemanlarından ibarettir.mesela 3450(üçbindörtyüzelli) rakam değildir 'sayı' dır.bi yerde duymuştum :(örneğin) 18462(onsekizbindörtyüzaltmışiki)sayısı için 'çok büyük rakam' dendi.halbüse 18462 rakam değildir.tekrar ediyorum rakamlar sadece işarettir.karşılaştırılabilir değidir.bu 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 elemanlarını bir basamaklı sayı olarak düşündüğümüzde büyüklük karşılaştırması yapılabilir.buna göre de en büyüğü vardır o da 9 dur.zorn lemması.
şekerim şekerim şekerim dersin
bazen küser giderim dersin
şekeriiim şekerim dersin
sen de şeker çok şekersin.
tezin sunum aşamasındayım.jüri belli oldu.2 si benim hocam zaten bir tane de hacettepeden var.haftaya onun da yanına gidip tezin kopyasını vericem. artık bitsin.doktora başvurusu da yapamadım bitmediği için.önümüzdeki döneme kaldı.zaten param da yok. isabet mi oldu ne?
bu arada ilgilenen varsa burdan uyarmak isterim ki:'rakam' sadece işarettir. büyüklüğü yoktur.ve sadece 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 elemanlarından ibarettir.mesela 3450(üçbindörtyüzelli) rakam değildir 'sayı' dır.bi yerde duymuştum :(örneğin) 18462(onsekizbindörtyüzaltmışiki)sayısı için 'çok büyük rakam' dendi.halbüse 18462 rakam değildir.tekrar ediyorum rakamlar sadece işarettir.karşılaştırılabilir değidir.bu 0,1,2,3,4,5,6,7,8,9 elemanlarını bir basamaklı sayı olarak düşündüğümüzde büyüklük karşılaştırması yapılabilir.buna göre de en büyüğü vardır o da 9 dur.zorn lemması.
şekerim şekerim şekerim dersin
bazen küser giderim dersin
şekeriiim şekerim dersin
sen de şeker çok şekersin.
17 Ocak 2009 Cumartesi
ünlülerim
ünlü tanıdığım oldu kız!
ya da tanıdığım ünlü oldu demek daha doğru.ben evde pineklerken bazıları başarıdan başarıya koşuyor.şimdi adresi veriyim.

adresi tam bilmediğimden google da aradım.9. sırada çıkıyolar(yazııık).kupa kızındaki nazanı tanıyorum.gerisini tanımasam da olur. cep telefonumda nazanın bu gruptan daha önceki grubuyla ankarada 'bizkafe'(umarım yanlış hatırlamıyorum)de ilk çıktıkları geceden bir fotoğrafı var gerçi belli belirsiz bir fotoğraf ama olsun(o geceye(o gece) ait başka fotoğraflarda var,mesela gizemle beğendik tuvaletindeki metallica pozlarımız-hey yarabbim-).ilerde bu grup çok ünlü olduğunda o fotoğrafı en çok para veren kanala satıcam. özcan denizin ya da sibel canın ara ara magazin programlarında görülen gençlik yıllarına ait fotoğraflar (ya da görüntüler) gibi nazanın fotoğrafı da (önce kristalli'bu ünlüyü tanıdınızmı anonslarıyla) sık sık ekranlarda boy gösterecek. resmen ünlü tanıdığım var ha!vay be!
bu arada özcan deniz ne kadar değişmeye çalışırsa çalışsın ne kadar kendini ait olmad
ığı bir gruba dahil etmeye kalkarsa kalksın olmuyoooor.yanık sesi bi yerde kendini gösteriyor.halbüse(kızımın adını halbüse koyacam)ankaralı yasemin öyle mi? hiç tarzım olmamasına rağmen rastlayınca kendimi izlemekten alamıyorum. hayatta bazı insanların istediği işi gerçekten severek yapması ne güzel.insan istemezse öyle oynayamaz şakır şakır.

ama ben yine aynı şeyi yaptım.yine ön yargı.özcan deniz en azından deniyor.şu anda öyle olmak istiyor.kabul et.çok zor benim işim.nasıl bir duvar anlamadım ki.neyse..
hayatı
m boyunca sanatsal etkinlikler dışında sadece bir ünlü sanatçıyı gördüm.'selami şahin'.meralle okuldan yurda dönerken meşrutiyet caddesinde selami şahini gördük.ilk anda birbirimizden habersiz 'şu adam kimdi,selami şahinmi kı o?'diye düşünürken selami şahinin o güzel sırıtışı ve bembeyaz dişleriyle karşılaştık.biz gülmüyorduk(çünkü hala o mu değil mi anlayamamıştık,kendi aramızda da tartışmıyorduk, yüzümüzde anlamsız bir ifadeyle) bu adam niye bize bakıp gülüyordu.halimize gülüyordu heralde.yanımızdan geçip gitti.biz sonradan farkettik o olduğunu.ünlü birine rastladığında ne yapacağını bilemeyen biriyim.o sırıtışı asla unutamam.zaten tv de her göründüğünde o güzel gülüşle sık sık karşılaşıyoruz.adamın normal halimi o yoksa.ne güzel.

tv de çıkan bir kaç arkadaşım var.başta sezer -ntv muhabiriydi bi ara şimdilerde pek görmüyorum-,kuzenlerimden birisi bir keresinde 19 mayısta ankaradaki stadyumda görüntülendi, meralin nikahı tgrt haberde yayınlandı,bir de zeynep(yine zeynep) tv8 de erkan tan'ın programında arkada görülen atatürk bulvarının kaldırımından ekrana el salladı(sabah yürüyüşüne çıkmıştı biz de yurtta onu izledik)
aman yine pazar günü geldi çattı.hiç sevmem pazar günlerini.çalıştığım günlerde de sevmedim.çünkü dersanede pazar en iğrenç gündür.pazar günü 12 saat çalıştığımı hatırlıyorum bi ara. dersanelerde bir kör kuyu.
13 Ocak 2009 Salı
karışık mp3
Cahit sıtkı tarancının yaş otuzbeş yolun yarısı eder deyip ertesi yıl ölmesi gibi son yazımı yazdığımın ertesi günü dışarı çıktım.böylece sütyensiz günlerim sona erdi.dışarı çıkmak için hazırlanırken bir müddet sütyenle birbirimize baktık.aslında yine kullanmayabilirdim(kış çünkü üst üste giyiniyosun).ama şartlandığımız için midir nedir ne olur ne olmaz deyip birbirimize kavuştuk.yıllar önce okuduğum bir romanda(aslı erdoğan,kırmızı pelerinli kent) türkiyeden brezilyaya topoloji doktorası yapmak için giden bir kızın hikayesi anlatılıyordu(bilmeden içinde matematiksel öğeler olan kitapları seçiyorum)romanın büyük bir kısmında kızın türkiyede sütyensiz dışarı çıkamadığı fakat brezilyada yaz kış demeden kadınların umursamadan lömbür lömbür sokaklarda dolaşabildiğinden bahsediyordu. kendiside bu duruma alışmıştı.gerçekten rahattı.bu seçimi yapma şansımız bile yok.ergenlikten itibaren kendini sütyen kullanmak zorunda hissediyorsun.
dışarı çıktım çünkü geçen yazıda bahsettiğim arkadaşım çağırdı.yeni bebeği oldu.onunla ilgilendik.çok acınası durumdayım .anlatamam.
bu arada son yazım ne kadar kötü bir yazı olmuş.niye uyarmıyorsunuz?
sibel tüzünü gördünüzmü?rapstar isimli bir programın (artık sunucusumu yoksa jürimi bilmiyorum) tanıtımlarında çıkıyor.tanımlayamadığım hareketler (dans galiba)eşliğinde birşeyler söylüyor.ilk gördüğümde sibel tüzün için genel tutuma benzer bir tutum sergiledim(ne yaptığı belli değil bi öyle bi böyle takılıyor gibi).ama sonra sibel tüzünün herkesin gözü önünde sürekli değişmesi fikri bana o kadar da kötü gelmedi.kendimi sık sık değişimden uzak buluyorum.biraz katıyım galiba. köklü değişikliklere hiç sıcak bakmıyorum.oldukça sabit bir hayat sürüyorum.belki hayatımın bu kadar hareketsiz olmasının sebebi bu.galiba hep tutarlı olmaya çalışıyorum. bu da insanlar üzerinde bir güven oluşturmak için.sanıyorum bunu başardım ama bu sefer de oldukça durağan (adeta bir liman gibi) bir hayatım oldu.şu anda değişmek benim için biraz zor tabi ama daha gençken bu tür değişimler hoşgörülebiliyor.insanların ne yorum yaptığına önem vermemek istediği zaman istediği gibi bir gruba dahil olmak bence güzel birşey.yıllar önce herkesin gözleri önünde rock tarzı albüm çıkarmak,rockçı(buyur yine dil hatası 'rak' diye yazılmıyo işte) çevrelerde görülmek,sonra hoop süperstarla erovizyon yarışmasına, ordanda rapstar a.sibel tüzünü herkesin gözü önünde kimsenin ne dediğini umusamadan değişebildiği için takdir ediyorum.ister beğen ister beğenme.ister güven ister güvenme.
dışarı çıktım çünkü geçen yazıda bahsettiğim arkadaşım çağırdı.yeni bebeği oldu.onunla ilgilendik.çok acınası durumdayım .anlatamam.
bu arada son yazım ne kadar kötü bir yazı olmuş.niye uyarmıyorsunuz?
sibel tüzünü gördünüzmü?rapstar isimli bir programın (artık sunucusumu yoksa jürimi bilmiyorum) tanıtımlarında çıkıyor.tanımlayamadığım hareketler (dans galiba)eşliğinde birşeyler söylüyor.ilk gördüğümde sibel tüzün için genel tutuma benzer bir tutum sergiledim(ne yaptığı belli değil bi öyle bi böyle takılıyor gibi).ama sonra sibel tüzünün herkesin gözü önünde sürekli değişmesi fikri bana o kadar da kötü gelmedi.kendimi sık sık değişimden uzak buluyorum.biraz katıyım galiba. köklü değişikliklere hiç sıcak bakmıyorum.oldukça sabit bir hayat sürüyorum.belki hayatımın bu kadar hareketsiz olmasının sebebi bu.galiba hep tutarlı olmaya çalışıyorum. bu da insanlar üzerinde bir güven oluşturmak için.sanıyorum bunu başardım ama bu sefer de oldukça durağan (adeta bir liman gibi) bir hayatım oldu.şu anda değişmek benim için biraz zor tabi ama daha gençken bu tür değişimler hoşgörülebiliyor.insanların ne yorum yaptığına önem vermemek istediği zaman istediği gibi bir gruba dahil olmak bence güzel birşey.yıllar önce herkesin gözleri önünde rock tarzı albüm çıkarmak,rockçı(buyur yine dil hatası 'rak' diye yazılmıyo işte) çevrelerde görülmek,sonra hoop süperstarla erovizyon yarışmasına, ordanda rapstar a.sibel tüzünü herkesin gözü önünde kimsenin ne dediğini umusamadan değişebildiği için takdir ediyorum.ister beğen ister beğenme.ister güven ister güvenme.
9 Ocak 2009 Cuma
deneme
evden dışarı çıkmadan kaç günde delireceğimin denemesini yapıyorum. 15. günü bugün bitirdim.benim için rekor.dışarı çıkmak için bir sebebim yok(zaten soğuk).ayrıca dışarı çıkıp ne yapacaksın.hiç arkadaşım da kalmadığından arayan soran da yok. şu anda varlığımla yokluğum belli değil.görünmez oldum iyice. düzeni severim ama insan hergün aynı saatte tuvalete gider mi?aslında evden çıkmama sebeplerimden birisi(ve galiba asıl neden) 15 gün içinde tezimi savunacak olmam. aynı şeyleri(tanım,teorem ve ispatlar,lemmalar,sonuçlar) sürekli kendime tekrarlayıp duruyorum. hiç bir zaman hazır olamıycam.okuldada böyleydi. herkeşler deli gibi oturup teoremleri ispatları ezberliyodu...aman neyse eski defter boşver şekerim.
arkadaşlarımın hepsi evlendi kimisinin çocuğu var kimisi hamile.üzüntüm niye benim aynı durumda olmadığımdan değil.arkadaşım kalmadı be. evli arkadaşla bi yere gitmek işkence gibi.bi kere yaptım o hatayı bi daha yapmam.hadi ayşe şuraya gidelim çok güzelmiş diyorum hemen kocasına soruyo gidelimmi diye. sinir oluyorum. ben ona sormadımki gelmesin o zaten. bi de her dakka yanımda mik mik mik. gelmese bile 10 dakkada bir telefon bişey konuşturtmuyo. gıcık.
bir ay kadar önce bir problemi(ağır bir problem ama matematikçiler dışında kimse anlamaz.onların da belli bir kısmı anlar)çözdüğümü düşündüm. bir ay boyunca elimde en azından bir problem çözümü var diye düşünüyordum. geçen gün çözümümdeki bir hatayı gördüm. çok moralim bozuldu. biraz üstüne gittim düzeltebilirim diye ama düzelmedi.yazık kız bana.
şimdi bu tezi sununca y.lisansım da bitmiş olacak.doktora yapmayı çok istiyorum ama gerçekten başarılı olacağımdan emin değilim. y.lisans benim (ve ailem için tabiki) maddi açıdan ağır bir dönemdi.gerçi büyük bir kısmında çalışıp kendi masrafımı karşıladım ama, doktora için de aynı zorluğu yaşamak istemiyorum. belki de gerçekten başarılı değilim. değmiycek belki de .keşke benim için ülke dışında çalışabileceğim bir fırsat olsa.
yoruldum.
bu dönemi atlasam mı yoksa.
çok yanlış yaptım çok.
bir gün yaptığımdan pişman olmasam keşke.
arkadaşlarımın hepsi evlendi kimisinin çocuğu var kimisi hamile.üzüntüm niye benim aynı durumda olmadığımdan değil.arkadaşım kalmadı be. evli arkadaşla bi yere gitmek işkence gibi.bi kere yaptım o hatayı bi daha yapmam.hadi ayşe şuraya gidelim çok güzelmiş diyorum hemen kocasına soruyo gidelimmi diye. sinir oluyorum. ben ona sormadımki gelmesin o zaten. bi de her dakka yanımda mik mik mik. gelmese bile 10 dakkada bir telefon bişey konuşturtmuyo. gıcık.
bir ay kadar önce bir problemi(ağır bir problem ama matematikçiler dışında kimse anlamaz.onların da belli bir kısmı anlar)çözdüğümü düşündüm. bir ay boyunca elimde en azından bir problem çözümü var diye düşünüyordum. geçen gün çözümümdeki bir hatayı gördüm. çok moralim bozuldu. biraz üstüne gittim düzeltebilirim diye ama düzelmedi.yazık kız bana.
şimdi bu tezi sununca y.lisansım da bitmiş olacak.doktora yapmayı çok istiyorum ama gerçekten başarılı olacağımdan emin değilim. y.lisans benim (ve ailem için tabiki) maddi açıdan ağır bir dönemdi.gerçi büyük bir kısmında çalışıp kendi masrafımı karşıladım ama, doktora için de aynı zorluğu yaşamak istemiyorum. belki de gerçekten başarılı değilim. değmiycek belki de .keşke benim için ülke dışında çalışabileceğim bir fırsat olsa.
yoruldum.
bu dönemi atlasam mı yoksa.
çok yanlış yaptım çok.
bir gün yaptığımdan pişman olmasam keşke.
3 Ocak 2009 Cumartesi
2008
2008 in son günlerinde -ve galiba 2009 un ilk günlerinde de- televizyon programlarında 2008 e bakış bölümleri oluyor.ben de bu bölümleri baştan izlemediğimde yani kanallar arasında dolaşırken rastladığımda 2008 e ait bazı önemli olayları bir müddet sanki o anda olmuş da flaş haber veriyolarmış gibi algılıyorum.örneğin çinde 9 büyüklüğünde deprem haberi, haiti de sel haberi ve ikincisi olamayacak bir haber :ergenekon dalgaları.gerçekten bir müddet bu olaylar yeni olmuş gibi heyecenlanıp 'annee çinde deprem olmuş!''annee mustafa balbayı yine gözaltına almışlar!' gibi.bir değil iki değil kaç kere yaşadım,bir sürü de haber kanalı olunca.
benim açımdan 2008 iğrenç bir yıldı.sürekli kaybettim.umarım 2008 i bi daha hiç yaşamam.
bundan bir önceki yazımda eşantiyonsuz kaldım diye üzülürken eşantiyon yine babamdan geldi. birde bi şeyi açıklığa kavuşturayım.önceki yazımda babamın işyeri derken bizim kendimize ait bir işyeri yok.yanlış anlaşılmasın biz zengin değiliz(para bakımından). babamın çalıştığı yer anlamında kullandımdı.neyse babam bu sefer bir deste açılmamış iskambil kağıdı getirdi.kabı falan da var. ben acaba çorumda kim yılbaşında eşantiyon iskambil kağıdı verir diye düşünürken cevap kağıtların arkasından geldi.vakkorama.yukarıda ki açıklama bunun için yapıldı.biz vakkoromadan alışveriş yapacak kadar zengin değiliz.vakkorama bize niye eşantiyon versin?tabiki bize değil babama bunu hediye eden adama vermişti eşantiyonu:hitit dövize.bu problemi de çözüp ruhumu huzura erdirdim. vakkorama bizim evde hiçbir ürünü olmamasına rağmen eşantiyonunun olduğunu bilse ne yapar acaba?
yemek programını seviyorum. sadece hazırlanış kısmını izliyorum.misafirler geldikten sonraki kısmına dayanamıyorum.bu haftakinde yabancılar vardı bir italyan bir fransız.aklıma yıllar önceki BBG furyası geldi. BBG de ilk başladığında alman televizyonunda ki karşılığı sık sık ana haber bültenlerine konu oluyodu. çünkü o yarışmada bir türk kızı vardı. onun yarışmadaki başarısından, efendim arkadaşlarıyla nasıl geçindiğinden ,süper bir kız olduğundan bizi nasıl da temsil ettiğinden(niyeyse) bahsediliyodu (bu arada kız doğru düzgün türkçe bile konuşamıyodu). şimdi sorum şu: acaba burda ki yemek
programında ki yabancı yarışmacılar da ülkelerinde ana haber programlarına bu şekilde konu oluyolar mı?yani italyan trt si(rahmetli ecevit) , alessandro nun türkleri nasıl yemekleriyle alt ettiğini aslında yarışmayı kazanması gerektiğini ama türk oyuncunun (kazanan) hileyle kazandığını ana haber bülteninde ballandıra ballandıra anlatıyor mudur?

2009 un çok kaliteli bir yıl olacağı ta başında aldığım vakkorama markalı eşantiyon iskambil kağıdından belli. hadi bakalım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)