22 Aralık 2010 Çarşamba

21 aralıkta ne olacağıdı?

susancım bir hafta önce geldin o konferans senin bu konferans yine senin dolaştın durdun. çok güzel para yapıp memleketine- ya da başka bi yere- gittin . hani 21 aralıkta süper acaip bişey olacaktı. hayatımızda mükemmel değişiklik olacaktı.hiiiç bir şey olmadı.hayatımdaki en durgun 21 aralığı yaşadım. olsaydıya güzel bişey beybi.
bir de burcuma bebek mebek bişey demişsin bu da yalan o zaman.
öğrenim kredisi çıktı. geri ödenenden. alsammı almasammı bilemedim. malum daha ötekini ödüyorum.ya da 2 sene için mi alsam.off.
yılbaşı geliyor yine ve yine sevinçliyim. geçen seneki yılbaşı o kadar yavandı ki. bu sene akşam yemeği bile olsa yeter. geçen sene annemin kereviz şöleni vardı. kaç kişi yılbaşında kereviz yer lütfen.gerçi dersanede öğrenciler küçük bir süprüz parti yapmışlardı ,kısır-kek tipi bişeyler,ama saat 18 de yapılan bu etkinlik yılbaşından günler önce yapılmış gibiydi.
bu haftalarda çok yoğunum beybi. finaller başlıyor,bide proje var. üff.
çok değişen bişey yok aslında aynı hayallere devam.susan yaktın beni. dün olsaydı bişeyler ne güzel döşeyecektim buraya.suzan suzi

10 Kasım 2010 Çarşamba

ally ve ben

aahh evet dostum bugün benim doğum günüm.
yıllar öncesinde fırtınalar estiren ally macbeal dizisini o zaman evimizde (öğrenci) kablolu olmadığı için izleyememiştim. dizi bittikten sonra tekrarları oynarken bir iki bölümünü izledim. o bölümlerden ally nin 30 yaşına girişi aklımda kalan tek şey oldu.ally hukuk bürosu ortağı olarak paraya para demezken, bostonda süper ev süper iş sahibi, bir de bon jovi gibi sevgilisi varken vay ben 30 uma girdim hayatım korkunç tribine girmişti. o gün ortağı olduğu işine hiç gitmemiş, formunu bozma pahasına pastaya çikolataya vermiş hayatı kendine adeta zehir etmişti.hatta o zaman bu sahnenin birebir kopyası olan eti browni reklamını hatırlıyoruz.işte ben burda dünyanın geri kalanından ayrılıyorum. ne param ne işim ne evim ne de bon jovinin yanına bile yaklaşamayan sevgilim var. fakat bendeki bu umut dolu gelecek beklentisi,herşeyin bir harika olacağı sanısı, bu neşe... nereden gelmektedir. kısaca niye sevinçliyim ki ben?
koskoca 30 yıl, asalı da boş geçtik. ilk 3 asalın çarpımının pek manalı olacağını sanmıyorum. bir kere çift. acaba çift sayılara bir şans versem mi?
kendime doğum günü hediyesi olarak samsunda deniz kenarında yemek ısmarladım. biraz dar bir zamanda gerçekleşti ama yine de iyi geldi.hala samsunda kalmıyorum belki o yüzden ama deniz kenarı şehirlerde yaşayan insanların denizi umursamama havasına girmedim. deniz benim için hala iyileştirici, huzur verici, süper birşey.okul da iyi gidiyor. nazar değmesin ama sanırım bu okulda daha değerliyim. umarım samsunda yaşamayı becerebilirim.
belki bu yüzdendir.yani neşeli olmam. kendime olabilirliği daha öncekilere göre daha yüksek olan yeni bir hedef bulduğum içindir, kimbilir.
geçen seneki doğum günü yazımda bahsettiğim büyük değişiklik gerçekleşti aslında. ankaraya niye bağlıydım ki?
neyse geçelim bunları dostum. yeni yaşın kutlu olsun baby.

3 Ekim 2010 Pazar

neler olacak neler neler olacak

efendim
hangisinden başlayayım
son yazdığımdan bu yana 1 ay kadar geçmiş olmasına rağmen ömrümden yaklaşık 2 yıl kadar gitmiştir sanırım.bütün yaz boyunca bilgisayarın karşısında vaktimi öldürmeye çalıştım fakat bu son günlerde bilgisayarımı açmaya vakit bulamadığım günler oldu.neler oldu:
bir kere bayram her zamanki bayramdı.ramazanı çok severim ama bayramı pek sevemiyorum Allah günah yazmasın.kalabalık sevmiyorum genel olarak,sıkılıyorum. annemle babam ailede ne kadar da büyük olsalar onlardan daha büyükler de olduğu için bayram gezmesi yaşıyoruz normalde, ama bu bayram annemin bel fıtığından mütevellit bacak ağrısı olduğundan hiç bir yere gitmedik, gelen oldu tabi.bayramdan sonra ramazanda başvurusunu yaptığım doktora mülakat sınavı vardı samsunda ona gittim ,her zamanki gibi bir sınavdı.üstüne düşmedim açıkçası. 2 gün sonra annemi bir kere de oradaki doktorlara göstermek (ve ameliyat şartını bir kere daha duymak ) üzere ankaraya üni hastanesine götürdük. sınav sonucu henüz açıklanmamıştı ve tam da o gün açıklanacaktı. ankaraya iner inmez hastaneye gittik doktora göründük ve acil ameliyat dedi.annem ağrısı canına tak ettiği için cesur bir kararla o gün ameliyat olmayı kabul etti . ameliyat diyeceklerini biliyorduk ama o gün olacağını bilmiyorduk,akşama eve dönme niyetindeydik, dolayısıyla yanımızda hiç bir hazırlık yoktu (pijama,havlu...).hastanede doktor olan kuzenimin de yardımıyla hemen odamız ayarlandı ve annem bir kaç saat içinde ameliyata alındı. annemin ameliyat işlemlerine koştururken sınavı kazandığımı öğrendim. okul kayıt için sadece bir gün bırakmıştı geriye.ben annemi bırakıp gidemezdim tabi. babamı göndermek zorunda kaldım samsuna.yaşlı insanlara genç işi yaptırmak ne kadar zor yahu. sadece tarif ettiğim yere banka dekontunu bırakıp geri dönecek.kaç kere anlattım hatırlamıyorum.neyse o işi babama devrettikten sonra annem ameliyattan çıktı ve benim asıl işim başladı.annemin 8 saat konumunu değiştirmeden yatması gerekti bu da benim o geceyi uyumadan geçirmem demekti. saat başı hemşireler, bazı saat başları da doktorlar geldi. bu insanlar bütün gece hiç dinlenmeden nasıl ayakta duruyorlar?iyi ki gece nöbeti gerektiren bir işim yok. hiç bana göre değil.bir gecede helak oldum.Allah yardımcıları olsun.
ertesi gün annemi yürüttüler ve çok şükür ki hiçbir problem olmadan o gün taburcu olduk.çıkmadan önce amaeliyat sonrası bakımla ilgili brifingi de aldık, brifingin özeti tam olarak bütün işlerin benim üzerime bırakılması şeklindeydi. hastaneden çıkışta uzun yolculuk yasak olduğundan ankaradaki akrabalarımızın yanına konuşlandık.benim en geç iki gün sonra samsuna gidip ders kaydını yapmam gerekiyordu.annemi orda bırakıp önce çoruma ordanda samsuna geçtim. ders kaydını yapıp hemen geri çoruma geldim.burda bir kaç gün kaldıktan sonra (çünkü sağlıklı olmalarına rağmen burda da bakıma muhtaç 2 tane adam var) annemi evine getirmek için ankaraya gittim.rahat bir yolculuktan sonra eve geldik. bitti mi ?hayır. pazartesi günü dersler başlıyordu ve dersi kim anlatacaktı dersiniz? üç tahmin hakkınız var..evet bildiniz ben.bu koşuşturmada aralarda da ders çalıştım.pazartesi bitince biraz dinleneceğimi sanıyordum ama bu seferde dersaneye gitmem gerekiyordu.para lazım sonuçta.neyseki onlar biraz anlayışlı çıktılar 2 gün dinlen sonra başla dediler.buna sevinerek eve dönerken havaların bi acaip olması ve vücut direncimin oldukça aşağılara düşmesinden dolayı hasta oldum. nezle, grip tipi birşey. 2 gün sonra dersaneye kıpkırmızı bir burun ve bayık gözlerle gittim o günü nasıl atlattım hatırlamıyorum.ertesi gün tatildi ve asıl dinlenmeyi o gün başardım.ve bugünlere kadar geldim. yarın yine samsun var.
biraz samsundan bahsedeyim:şehrin içini gezecek hiç vaktim olmadı henüz, sadece kampüse giden yol hakkında konuşabilirim.otogardan kampüse kadar sahil yolundan gidiliyor.izleyerek gitmek çok güzel.ilk defa geçen hafta biraz vaktim oldu ve bu yol üzerindeki bir alışveriş merkezinin kafe'sinde denize sıfır oturup keyif yaptım.denizle ilgili en çok sevdiğim şey karşısına oturup izlemek.günlerin yorgunluğuna çok iyi geldi gerçekten.çok klişe olacak ama yaşadığınız yerde deniz olması harika bir şey.samsun hakkında umutluyum.
bakıcaz.

27 Ağustos 2010 Cuma

ramazan + saptamalar

ramazanın yarısını geçmiş olsak da bir şeyler yazabilirim sanırım. genel düşünce uzun yaz günleriyle ramazan ayı gereklerinin biraz zor geçinecekleri yönündeydi.ramazan başladığında o iğrenç sıcakların ortasındaydık. her kanalda ayrı bir doc, yapılacaklar, yapılmayacaklar listesi veriyordu. ödümüz koptu nasıl dayanıcaz diye. ama gelin görün ki hiç de öyle olmadı. kendi adıma hiç mi hiç açlık hissetmedim. dışarıda işim olmadığında susuzluk problemi de yaşamadım çok şükür. hemen bir genelleme yapayım: sanırım olağan yaşamımda da çok zor olacağını düşündüğüm işler için ağırdan alma davranışı (öğrenilmiş çaresizlik de deniyor) sergiliyorum , 'beni almazlar', 'sınavı geçemem', 'armudun sapı var'... gibi. ama eğer bu iş hayırlı bir iş ise Allah'ım yolumuzu doğrultuyor, rahatça sonuca ulaşıyoruz. istekle başlamak önemli , daha açıkçası 'niyet etmek' önemli. ne susuzluk ne de açlık, vız gelir tırıs gider.ramazanın verdiği dersler çeşitlidir. hem de tam zamanında.
çorumda ramazanla ilgili saçma bir gelenek var. iftardan sonra simitçilik müessesesi. yaşları 5 ile 16 arasında değişen göbeller(çorum ağzıyla yeni yetme oğlan çocuğu, cümle içinde: göbele bah la!) sitelerin arasında olanca güçleriyle bağırarak ve onlara eşlik eden yankılarıyla birlikte simit satmaya çalışıyorlar.bu gelenek ramazan ayının kış günlerine rastladığı sırada birden bire ortaya çıktı ve o dönem iftardan sonra acıkmak için zaman kaldığı için halktan da rağbet gördü. soğuk olduğu için de dışarıda fazla kalamıyordu simitçiler , saat 9,10 gibi boşaltıyorlardı sokakları. ama şimdi simit satmaya 9 da başlıyorlar ve 12 ye kadar bağırıyorlar. kimse de acıkmadığı için almıyo tabi. onlarda ellerinde kalan simitleri satabilmek için neredeyse sahura(ailemizde sahura inatla temcit diyen son kişi de iki sene önce vefat etti. acaba onun yerine ben mi devam etsem temciti yaşatmaya) kadar rahat bırakmıyorlar. sinir oluyorum. onlar gidiyor 1 saat sonra davulcu ve zurnacı geliyor. evet yanlış okumadınız, ramazan davulcusu gelenek anladık ama ramazan zurnacısı var çorumda. hep de aynı türkü.
saptamalarla kaplamalarla:
1) her sene yaz başı sibel canı görürdük gerek magazin gerekse ana haberlerde: sibel can diyeti başlıklı haberlerle, o da keyifle anlatırdı:efendim karpuz peynir, efendim puanlı yemek... gibi. fakat bu sene sibel can diyeti çıkmadı piyasaya farkettiniz mi?zaten diyet yapmadığı da ortada, herkesin aksine sibel cana kilonun yakıştığını düşünmüyorum.kocaman bir şey olmuş.sibelcim koyvermiş gitmiş.
2)flash tv(bu kanala çok şey borçluyum) beni şaşırtmaya devam ediyor.küstüm şov da canseveri gördüm yıllar sonra, garip bir his kapladı içimi, bananeyse, bana neyi ve dolayısıyla hangi hissi hatırlattı bilmiyorum.boşverin
3)levent yüksel , olgun kişi.abi gibi. yaşlandıkça ilyas salmana benzemesini hiç yadırgamıyorum.corc kuluni ayhan ışığa ne kadar benziyorsa levent yüksel de ilyas salmana o kadar benziyor. buradan bir sonuç çıkarabilirim ama ilyas salmanın ve levent yükselin yaşlarıyla ilgili bir bilgiye sahip olmadığımdan, dolayısıyla matematiksel olarak tatmin olamadığımdan dolayı o sonucu çıkaramıyorum.
4)ve reklamlar tabi;yataş reklamı: yorganın ayak ucu kısmından annenin, babanın ve de bir çocuğun ayaklarını görüyoruz(anne ve baba olduğu sonucunu ben çıkardım,iddialı değilim) aklıma gelen soru: çocuğun ayakları görünüyorsa o şekilde kafası tam olarak nereye geliyor? çocuk boğulmak üzere olduğu için mi ayaklarını kırpıştırıyor?(tamam biliyorum göz kırpıştırılır,ne yazıyım ki ama?)
5)kavak yelleri dizisi:3 hafta öncesine kadar türkiye ortalamasına göre özgün bir kurgusu olduğuna inandığım bir diziydi. taaaki 'şeytan marka giyer' filminin sahnesini kopyalayıp yapıştırdıkları bölüme kadar. diziyi devam ettiricez diye zorlamanın alemi yok.
bu arada dizide mine karakterinin saçlarını çok beğeniyorum sanırım kayıtsız kalamayacağım.
6)reklama dönüş: nazo: 5 saniyelik reklamla ne kadar başarı sağlanır demeyin. hangimizin aklında kalmadı melodisi. ramazan için de paraya kıyıp ayrı bir beş saniyelik reklam yapmışlar helal olsun.
sonbaharda daha mutlu olurum niyeyse.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

karışık kaset

insan elini kurularken kendini yaralayabilir mi?çok basit.ellerimi kurularken havlunun aniden yere düşecek gibi olması, panikle yere düşmeden yakalamaya çalışmam, bu sırada diğer elimdeki tırnaklardan birisinin (hala hangisinin sebep olduğunu bulamadım,sinsi tırnak) sol elimin küçük parmağının tırnak kenarından hatırı sayılır bir büyüklükte deriyi sıyırması. o bölgede kaç tane damar var, her biri ne kadar kan taşıyor bilmiyorum ama beni acımasından alıkoyacak kadar şaşırttı.neyseki kirli kandı koyu koyu.
yine televizyona sardım bu sıra.bununla ilgili bir kaç tespit:
1.
yaklaşık 10 gündür reklamlarda sıkça rastladığımız 3G uygulamasının yıldönümü dolayısıyla vodafone un orhan gencebaylı reklamı. çok uzun zamandır ekranlarda.bundan yıllar yıllar önce cep telefonu ilk yayılmaya başladığı sıralarda bu konuda öngörüsüz davranmıştım. gerçekten hiç ihtiyacım olmayacağını, gereksiz bir cihaz olduğunu düşünüyordum. ama öyle olmadı you know.gerçi şimdi de pek işime yaramıyor. çoğu zaman dışarı çıkarken yanıma almayı unutuyorum. neyse... buna benzer şekilde 3G teknoloji(?)sinin ülkemize girdiği sıralarda da neredeyse aynı tavrı sergiledim ama bu sefer daha yumuşaktı, 'asla' demedim. bir şekilde üstünden zaman geçince ülkemiz insanı için vazgeçilmez olacağını düşünüyordum. ama hala olmadı.bekliyorum....asıl konu bu değil ama,reklama dönelim, vodafone 10 gündür reklamını yapıyor ama buna karşın insanları reklama boğan turkcell daha yeni 3G yıldönümü reklamı döndermeye başladı.unuttu çünkü, çok belli.10 gündür orhan gencebay dinliyoruz iki reklamda bir. turkcell de vodafone un reklam ilk dönmeye başlayınca aceleyle 'lüküs hayat' temalı reklam çekti. sanırım ulus olarak doğumgünü genimiz yok. hristiyan alemi noeli kim bilir ne kadar zamandır kutluyor, yerleşmiş doğumgünü şeysi. ama buna karşın kutlu doğum haftası daha yeni oturuyor (benim çocukluğumda yoktu. ya da vardı ama haberim yoktu,peki ben çocukken neden noeli biliyordum ama kutlu doğum haftasını bilmiyordum,benim problemim değil) açıkçası doğum günü benim için o kadar da önemli değil.çocukken özendim bir kere, ilkokul 4 sanırım
okuldan en yakın iki arkadaşımı çağırdım, diğerleri akraba çocukları ve mahalleden çocuklardı. o kadar sıkıcı geçmişti ki bir daha bu zahmete katlanmaya değmezdi,annemde sinir olmuştu zaten, bir sürü iş çıkmıştı yok yere. o doğum gününden hatırladığım en canlı anı ; aşağıda istop oynarken renk değilde ülke seçelim dedik, herkes türkiye olmak istiyordu tabi ama çocuklardan birisi 'ben usa (yu es ey diye okudu birde) olucam' dedi.yuesey nere la dedik, o da bilmiş bilmiş 'amerika birleşik devletlerinin ingilizcesi,hıh ' diye hava attı bize.ingilizceyi nerden biliyordu bu çocuk? o gün değil ama ondan sonra ki bütün ülkeli istop oyunlarında hepimiz kendi mahallemizde yuesey olmak istedik ve açıklamayı da yaptık.
daha sonra o çocukla 'unchain my heart' anımız vardır ki hey gidi hey.sonra anlatırım.
2.
küçük sırlar dizisi, neresinden başlayayım.daha dizi başlamadan reklamları döndüğünde gossip girl dedim. aynısı olmuş demesinler diye bir kaç değişiklik yapmışlar, mesela eziklerin babası değil annesi var. korkarım bu dizi tutacak ve biz sene içinde okullarda bu gerçeküstü tiplerin çakmalarına oldukça sık rastlayacağız. yalın ilk meşhur olduğunda ona özenen bir sürü delikanlı vardı şimdi napıyorlar acaba?
3.
sabah gazetesinin tükenmez kalem promosyonu nasıl?her seferinde bende bir hesap hissi uyandırıyor (bu his bende çok fazla uyanıyor).gazetenin tükenmez kalem promosyonuyla elde etmeye çalıştığı tiraj artışı ve bu artışla gelen yani sadece bu artışla oluşan kar tükenmez kalem maliyetini karşılıyor mu? türkiye de gazeteyi tükenmez kalem verdiği için alan biri var mı?tükenmez kalem gazeteye bedavadan geliyor büyük ihtimal. hediye yani. ama ülkenin her yanına dağıtacak kadar tükenmez kalem hediye etmek ne demek?
4.
flash tv. komedi dans show. acımak istiyorum ama acıyamıyorum. bu işi yapmak zorunda değiller.hiç komik değil ki.oraya parayla giden (izlemek için para alan) seyirciler bile gülmüyor.gerçekten çok saçma bir iş yapıyolar. mecburen mi yapıyolar?
5.
doritos hissesi sahibini buldu.benim de oy verdiğim aday kazandı.denedik evet ama yeni tat dedikleri bütün o üç tat zaten doritosun önceki ürünleriyle aynıydı. yeni bir şey yoktu. peki niye oy verdim?sayfasını okudum ve doktorasını yapan araştırma görevlisi yine de benden daha iyi durumda olduğunu ama bir zavallı olduğunu tahmin ettiğim için ona oy verdim. yüzde 1 fena değil bence. akmasa da damlar. kendini kurtardı. kıskanmıyorum, onu oraya ben taşıdım. nasılsa nazarsızım.
6.
çilek mobilya arabalı çocuk yatağı reklamı antipatik değil mi?babalar kullanamaz. üff.
7.
son olarak, olumlu bir şey, markafoninin açılış sitesinin bizi alıp teyyy nerelere götüren sahil sesi. çok mutlu ediyor beni. bir süre gözlerimi kapatıp dinliyorum.çok hoş.

günlerdir çözmediğim mistery kalmadı.time managment üretmiyolar artık hepsi hidden object çıkarıyor napalım. meral clockmani bitirdiysen sonda çıkan tipleri gördün mü? oyunun yapımcıları falan. oynadığımız sahnelerde poz vermişler birde. güzel olmuş ama. yunan oyunuymuş bu arada.
ve yeni takıldığım bir blog:www.salihande.blogspot.com kurgu olduğu belli ama sıkıldıkça açıp okuyorum.
ah sol elimin küçük parmağı seni geceye hazırlamalıyım.

23 Temmuz 2010 Cuma

n'apıyorum?

ne yapacam?
evde oturup gün dolduruyorum.günler tamamen birbirinin aynısı.bayaa zarardayım bu yüzden.
son iki haftaya yakın zamandır efeyle zaman geçiriyorum. tanıştırayım efe:
kendisi komşumuzun çocuğu olmakla birlikte bana da çok güçlü bağlarla bağlıdır.ailesi evlerinde çok büyük tadilata kalkıştılar,geceleri bağ evlerinde kalıyorlar ama sabah evle ilgilenmek için gelip efeyi bana bırakıp yukarı çıkıyorlar.akşama da tekrar bağa. böylece efe bütün gün boyunca benimle kalıyor. doğduğundan beri hiç ayrı kalmadığımız için nerdeyse bu yaşına ben getirdim diyebilirim. zaten yeni yeni konuşmaya başladığı zamanlarda beni çağırmak için 'anne' dese de şimdi ayırt etmiş durumda. şu anda sadece kendi annesine ve benim anneme(ben annemi öyle çağırdığım için(anama ana diyesin.)) 'anne ' diyor. yazın zamanı nasıl geçireceğim diye düşünürken temmuzu da böylece bitirmiş oluyorum. bebekle ilgilenirken zaman çok çabuk geçiyor. gelince karnını doyuruyorum bu biraz zor oluyor o yüzden belki biraz zalimce gelebilir ama yöntemim önce açlıktan kıvrandırmak sonra yemeğini iştahla kendi yemesini izlemek.çocuklara zorla hiçbir şey yaptıramazsınız.sonra öğle uykusu. neyseki o rahat oluyor,zorluk çekmiyorum.biberonla sütünü verip biraz sallayınca hemen uyuyor.uykusu da güzel ,3 saat deliksiz uyuyor.üstelik öyle sessizlik lüksü de aramıyor.ortalama saat 4 buçuk gibi uyanıyor. bir neşe inanılmaz.parka gidiyoruz, burada zalim acıktırma planım devreye giriyor.bir saate yakın parkta oynuyoruz,sonra eve geliyoruz.bazen annesi geliyo tam o saatte, bazende bizimle akşam yemeğine kalıyor.ne yaparsak yapalım oyuna çevirmek zorundayız.oyun olmadan keyif olur mu?
buraya kadar hep rastladığım bebek annelerinin hazırladığı bloglar gibi oldu.içlerinde güzel olanları da var ama bazıları gerçekten çok gereksiz:'ecem su bugün kakasını güzel yaptı!','samet berk kafasını kırdı' şeklinde rapor yazanlar.bugün okuduğum bir tanesi güzeldi ama.blogun ismi Jasmine green tea sanırım.

böylece bebeklerle iyi anlaştığım ortaya çıktı sanırım.yedi sekiz yaşına kadar her çocuğu kendime hayran bırakabileceğim konusunda iddialıyım. yarım saat içinde bu yaşlardaki her çocuğu bensiz yaşayamaz hale getiririm. en sevmediğim yaş grubuysa yedinci ve sekizinci sınıflar yani yaklaşık 12-13-14 yaşları.nefret ediyorum demek istemem ama,onların o çok bilmiş halleri, sınıfta sürekli birbirlerine sataşıp durmaları, yalvarma bağımlısı olmaları beni tiksindiriyor.katlanamıyorum o yaş grubuna.bu çocukların liseye geçer geçmez pısmaları çok komik ama,bir senede ne değişiyosa?ıyyyyh.sevemiyorum.liselilerle problem yok seviyorum onları.komikler en azından.

temmuzda sabah saatlerinde geniş ailenin tekrar bölümlerini izliyorum. geç farkettiğim bir dizi oldu.oldukça eğlenceli,mürselle ulvinin hastasıyım.bu da benim cevo:













yeni farkettiğim dizilerden biri de 'the philanthropist' . bi kere adam çok hoş. fragmanda türkiyede de bir bölümü var, o bölümde acaba ne çeşit bir yolsuzluğa parmak basacak bakalım.genelde konular gittiği ülkenin hükümetinin bağlantılı olduğu yolsuzluklar oluyor. sonunda tatlıya bağlamayı başarsa da dürtme var.şimdilik oturmadı dizi ama umutluyum.

yaz dizileri ...ne biliyim yavan galiba.sene içinde devam ettirilebilir olarak 'şen yuva'yı görüyorum.dizide levent üzümcü daha ön plana çıkmalı bence.farklı bir tarzı var.beğeniyorum.

bu arada meral ,verdiğin linkteki oyunların hepsi virüs alarmı veriyor ve çalışmıyor(ohh yeah!virüs alarmı vermesine rağmen çalıştırmayı denedim.çok sıkılıyorum napıyım).
oturup gelecek senenin projesini çıkartmam gerekiyor. konu belli ,üretmek gerekiyor. işin gıcık kısmı.

şimdilik böyle.






5 Temmuz 2010 Pazartesi

nokta

yazayım ama ne yazayım,
wimbledon bitti, yazacaklarımı kafamda oluşturdum ama şu anda wimbledon umrumda değil.öyle berbat durumdayım ki.tutunacak dalım kalmadı.bittim.
tabi bu da olasılıklardan biriydi. ne kadar kendimi hazırlamaya da çalışsam hayal kırıklığı bana kaldı.olmadı.
ne yapayım şimdi ben?hepsi boştu.boşa uğraştın. o kadar yol o kadar para(hiç yoktan) at çöpe.
işte hep böyle oluyor.denemeliyim diyorum, denemezsem pişman olurum diyorum.öylece durup beklemek de bana göre değil. insan çabalamazsa niye yaşar. hiç bişey yapmadan neyi bekleyim?ne olmalı felsefem?nasıl bakmalıyım olanlara?bıktım ama artık.gücüm kalmadı. Allah'ım bana yardım et.elimden geleni yaptım.
nasıl oluyor?nasıl yolunda gidiyor herkesinki?ne çeşit büyük günah işledim de ödeyemedim bir türlü.şimdi ne yapayım da toparlayım kendimi?bunu düşünmekten nasıl alıkoyayım kafamı?hiç düzelmeyecek.istediğin hiç bir şey olmayacak.
belki daha şoktayım o yüzden göremiyorum ama kesinlikle elimden geleni yaptığıma inanıyorum.baştan savmadım asla.sabrettim,koşturdum,gururumu çiğneyip okulun kapısından geri girdim.süründüm kısaca. açıkçası dünya, yıldız üstüne düşeni fazlasıyla yaptı.artık sıra sende.
hayırlısı neyse göstersin yüzünü artık da 'haa demek bu yüzdenmiş,anladım' diyelim, rahatlayalım. benim bu dünyayı çözemediğim ortada.
nerde mutlu olurum acaba?inanamıyorum hepsinin boş olduğuna.yıkıldım.
hadi bakalım şimdi 3 gün başağrısı. anneme nasıl söyliycem?benden bu kadar umutlu olması niye?Allah'ım birşey olsun.
çok canım sıkkın.
çarşamba arkadaşıma söz verdiğim için saçma bir ankara seyahati yapıcam. hiç canım istemiyor.ankaraya küfür edebilirseniz benim için çok sevinirim.hayatımı mahvettim.

6 Haziran 2010 Pazar

yıllık keyifsiz roland garros bülteni

amaaaan

federer olmayınca hiç olmuyo ya!ne yazıyım ki

bütün yıl bu mevsimi bekliyorum, çok güzel maçlar izlemek için çeyrek finalleri bekliyorum.çok canım sıkıldı gerçekten.şu satırları yazdığım sırada nadalla söderling final oynuyorlar ama o kadar heyecansız bir oyun ki. hadi söderling daha yeni ısınıyor grand slamlere pek bi numarası yok anladık; nadalda sürekli geri çizgide topa daha fazla nasıl hayvani vurabilimin hesabını yapıyor. topa güçlü vurmak bir marifet evet ama o kadar zevksizki. halbüse fedo olsaydı kısa toplar, paralel toplar, daha neler neler.ah fedo kimlere bıraktın finali.çıta çok fena düştü.kim güçlü vurursaya kaldı kupa.sevmiyorum nadalı öff.

ama söderling sabun köpüğü olmadığını ispat etti. yeni favorim olma ihtimalini güçlendiriyor yavaş yavaş, fakat biraz daha zeki vuruşlar lütfen, kısa vuruşları çalışmalı.bunun yanında çok hoş adam,öyle napalım.


favorilerim.



wimbledonda federeri takım elbisesiyle finalde görmek istiyorum.ikizler de gelir belki.aile babası oldu artık.

del potroyu aradı gözlerim fakat göremedim bu sene ,katılmadı sanırım.

ankarayla bu seneyi kapattım.zor bir yaz olacak. bir işe kalkıştım. bazen biraz iddialı konuşmayı çok istiyorum ama hep fren hep fren.tatsız tuzsuz hayatım, bi acaip. aşırı güzel haberler duyurmak istiyorum burdan.

bu arada mirkelam ,kargo ortak albüm hoş olmuş,mirkelamın içindeki rocker ı serbest bırakmasını istiyorum. benim anladığım kadarıyla eğlence bazlı bir adam, bunun yanında çok hoş adam, oh yeah!

8 Mayıs 2010 Cumartesi

anneee!


korkunç değil mi?artifical intelligence daki uzaylılara benziyor.
moda insanları böyle mi görüyor.

4 Mayıs 2010 Salı

aklı güzel

nasıl başlayayım bilemedim.
argümanlarımın iyileştirilmesi projesi kapsamında bir dizi sınava gireceğim aşikardı. efenim ingilişce sınavları, ales falan.şu günlerde gündemde ales sınavı var. sınava girmek için cuma ankaraya gitme işini erteledim ve pazar sabahı 9:30 da olan sınava yetişmek için sabah saat 3 te en güzel uykularımdan uyanarak zavallı babamı da uyandırarak otobüse bindim. herşey olağan seyrinde gelişti ve saat 6:30 da ankaradaydım. sınava daha saatler vardı, önce kahvemi içmeliydim(eğer içmezsem sersemliğim katlanarak büyür.). kahve konusundaki katkılarından dolayı STARBUCKS a teşekkürü bir borç bilirim. çok büyük bir boşluğu dolduruyor. pazar günü sabah 7 de nerden bulursun kahveyi? kahvemi güzelce hüplettikten ve hüpletirken saat 8 e kadar oyalandıktan sonra sınav yerini bilmediğimden dolayı 8 de yola çıktım ve benim için bilinmez olan fakat aslında oldukça merkezi bir yerde bulunan sınav mahaline kısa sürede ulaştım. Allah'ım herşey ne kadar da mükemmel gidiyordu.okulun önünde de epeyce bekledikten sonra sınıflara alınmaya başlandık güzelce kapıdan geçtim, çişlerimi falan hallettikten sonra sınıfa doğru yöneldim.sırama doğru ilerledim ve o da nesi? yerimde başka biri oturuyor.ama nasıl olur.ösym hata yapmış, inanılmaz.yerimde oturan kızla bu durumu anlamaya çalışırken görevli geldi bir süre de onunla inceledik durumu.sonra yerime oturan kız durumu farketti.' ama sizin sınav tarihiniz 9 mayıs' neeyyyy?ilk tepkim 'kafaya baaak!' oldu. o anda beni anlatan resim şuydu:




amerikan filmlerinden, dizilerinden salak durumuna düşen kişinin kendini boynuzla süslemesi ifadesi. iyice amerikan özentisi olduğum da bu sayede ortaya çıktı. blogumda görünen ilk resmimin bu olmasını istemezdim ama böylece hakettiğim cezayı da aldığımı düşünüyorum.


orada bulunanlar için anlaşılabilir bir durumdu ya da bana öyle davrandılar o sırada. ben gittikten sonra ikisinin birden 'gerizekalı' dediğine neredeyse eminim.ankarada kalıyor olsam basit bir şaşkınlık hali diye geçiştirebilirdim. ama sınava girmek için katlandıklarımı hatırladıkça sinirlerimi hoplata hoplata binadan ayrıldım. kendimi çoğunlukla dışardan izlediğim için olayın komikliğiyle kah kendi kendime gülerek ve yaptığım salaklığın etkisiyle kah kızarak manik depresif yüz ifadesiyle teyyy balgattan beşevlere yürüdüm.o sırada oldukça kalınlaştığı için kafamı kıracak kadar sert bir zemin bulamadım. milli kütüphane önündeki adada duran havaya doğru sivriltilmiş garip yapı bunun için uygun gibi göründü ;gözüme gelir diye vazgeçtim ( göze gelmesi şeysi ,alıntı:modern sabahlar).

yıllar önce meralin gölbaşı macerası aklıma geldi. artık benim maceram onun yerini alır sanıyorum. hey Allah'ım o kadar masraf, uykularım(benim uykularım sizinkilere göre biraz daha değerlidir.)...

eee şimdi napıyım diye dolanırken biraz geziyim bari diyerek ankamall e gittim. saat 11 den 2 ye kadar gezdim dolaştım her yerleri karıştırdım. sonra ucuz tükanlardan birinden chip puanlarımla 14.99 a bir gömlek aldım.zararla başlayan günüme gününü göstermiş oldum.

benim aklımda -niye bilmiyorum- sınav tarihi 2 mayıs kalmış. olur olur..

artık eskisi gibi her hafta almasamda yolculuktaki eşsiz refakatleri dolayısıyla mizah dergilerini takip ediyorum. daha penguen bile ortada yokken leman da en sevdiğim yazar-çizerlerden birisi metin fidan uykusuza geçmiş, iyi de olmuş.

bugün flash tv(arayan flash tv de çok malzeme bulabilir.) de türk filmi Feride ye rastladım. emel sayının filmi. filmin her sahnesi ayrıca incelenmeye değer. ama burda emel sayın feride şarkısını söylerkenki sahnesinden bahsedeceğim. efenim emel sayın şarkıyı söylerken 'feride' kısımlarını söyleyen arka vokalleri diyorum. belki assolistin sesinin güzelliği daha net ortaya çıksın diye bu uygulama yapılıyor olabilir ama bu filmdeki vokaller korkunç bir sese sahip.boru gibi erkek vokaller. emel sayın şakırken bülbüller gibi, arkada 'feride , feride ' diye homurdanan adamlar hiç olmamış.aynı filmde plajda danseden(bunu gerçekten merak ediyorum: eskiden plajda diskovari danslar gerçekten yapılıyor muydu?güneşin altında manyak gibi) tek sıra halinde dizilmiş gençlerin yanına 4 tane deli adam gelip plajın güzelini seçiyoruz, seçtik diyip emel sayını omuzlarına alarak kaçırıyorlar.şarkılarla dolmayan film süresini abuk subuk sahnelerle doldurmaya çalışmışlar. o filmdeki en sevdiğim sahnelerden birisi de feridenin kız kardeşleri rolündeki kızların emel sayın sahnede şarkı söylerken arkada zıplayarak gitar çalmaları. çok hoş ama.

11 Nisan 2010 Pazar

yes we can

epey oldu yazmayalı evet.
o kadar meşguldüm ki. bir kere tübitak sergisi hazırlıkları vardı, bütün mart ayı boyunca onunla ilgilendim.efenim ankara bölge 3. sü olduk.hedef türkiye finaliydi ama bu sonuç da beni tatmin etti.okulun da sonuçtan memenun olması çok hoşuma gitti. insanın çalıştığı yerin kıymet bilir olması alışık olmadığım bir durum. gelecek sene için şimdiden çalışmalara başlamamı istediler.aslında güzel bir iş ama yol çok fena,bana bir çare yarabbim.
çorumdaki bazı okullar bölge 3. sü olmayla hava attılar, prim yapmaya çalıştılar. çok şaşırdım. neyse banane.
bir ara eskişehire gittim. gezdiğim yerleri söyleyince dinleyenler görülmesi gereken her yeri görmüşsün dediler. beğendim ama, kendi içinde kompakt bir şehir.
sonra bir dizi sınava girdim. hepisi ingilişceydi.birisi üds idi. diğeri de odtünün sınavı.odtünün 2. aşamasında writing kısmında yazdım yazdım en sona havalı olsun diye bir soru cümlesi ekledim. ama daha sonra 'ridicilious' yerine 'redicilous' tipi bir şey yazdığımı farkettim. umarım okuyan 'saçma' demek olduğunu anlar ve cümlenin güzelliğinin ve final etkisinin bu küçücük yazım hatasına kurban gitmemesi gerektiği sonucuna ulaşır.bakalım nolacak. son anda farkına vardığım, denemeye karar verdiğim ve başvurduğum bir sınavdı.herşey bir anda oldu.
dersane yavaş yavaş sinirimi bozmaya başladı.başladığım işi sonuna kadar götürme amacımla, hoşgörümün suistimal edilmemesi amacım çakışıyor. köprüleri atabilirim. belli ki bu sene kökten değişim senesi.çok heyecanlı .yes we can.

17 Şubat 2010 Çarşamba

bana ne olmadı?

küçüklüğümde yaşadığım bir olayı annem hep anlatır.hatırlayamadığım yaşlardan bahsediyorum.en fazla 2 veya 3.bu hikayeyi her dinlediğimde de ağlamamak için kendimi zor tutarım.çünkü o durumda ne hissettiğimi hatırlayamasam bile bu hissin kesinlikle nasıl bir şey olduğunu biliyorum.olay şöyle: annemle eczaneye gitmişiz, ben raflardaki oyuncaklara uzaktan hayran hayran bakıyor ama elimi uzatıp bir tanesine bile dokunmuyormuşum.annem bu olayı o yaşta bu faziletli davranışı sergilememden dolayı övgüyle anlatıyor.benim için ise tamamen hüzünlü bir durum. bir kere olay kesinlikle benim o yaşlarda faziletli davranışın ne olduğunu bildiğimi göstermiyor çünkü o yaşlardaki bir çocuk bunun doğruluğunu tartacak kadar ahlaki yönden gelişmiş değildir.normal olan o çocuğun en azından dokunmak için oyuncağa uzanmasıdır.yani istemesidir. Allah aşkına bundan daha normal birşey var mı dünyada?peki o zaman ben niye uzanmamıştım? çok iyi biliyorum:çünkü daha önce yabancı bir yerde hiç bir şey istenmemesi gerektiğini acıyla öğrenmiştim.biz küçükken annem çok sinirliydi.çok bağırırdı ve bu beni korkuturdu.insan annesinden korkmamalı bence. böylece bu bilgiyi hiç bir yerde hiç bir şey istememeye genelledim. kimseden hiç bir yardım istememek, istemeyi bilmemek.ailemden bile bir şey isterken kusacak gibi oluyorum.istemek bana ayıp diye öğretildi.istediğimde korktum.istemeyi bilmediğimden hiç bir şey yok elimde.
şu anda bunları çok kötü bir ruh haliyle yazıyorum.burası rahat.eğer derdimi başkasıyla paylaşırsam ondan zaman ve şefkat istemiş olurum.
bugün yatarken uykuya dalmadan önce ne düşüneceğime sabahtan karar vermiştim. ya da verdirilmiştim, belliydi neyin hayalini kuracağım ama akşam öyle kötü bir an yaşadım ki,oracıkta o lafları ederken dilim kopsaydı yeriydi.nasıl telafi olur, bundan sonra hayatım nasıl devam eder bilmiyorum.her zaman samimiyetsiz bir durum olur mu, yoksa eski daha az zararsız günlerime geri dönüş imkanı olur mu onu da bilmiyorum. aslında tamamen yanlış anlaşıldım.benim ağzımdan çıkan sözler zamanın büküldüğü yerden kıvrılıp kulaklara başka türlü yerleşti.bir anda aile içinde sadece kendini düşünen iğrenç bir yaratığa dönüştüm.burada bahsetmeyeceğim tabi ama neleri feda ettiğimden kimsenin haberi yok.son bir kaç gündür yaşadığım her şey bu fedakarlıkların bir sonucuydu.
tabi herkesin derdi var, Allah sağlık versin. öyle pişmanım ki yaptığım herşeyden, bundan sonra ne yapsam boş.bir boşverebilsem. 'amaaan' desem içten bir şekilde.düşünmesem ne olacak ,nasıl olacak diye.aslında düşünme be yıldız, ne yaparsan olmaz ne yaparsan olur. madem bir etkide bulunamıyorsun, niye uğraşacaksın ki!olacaksa olur. olmayacaksa boşuna debelenme.koyver gitsin.
bugün onuru gördüm karşı kaldırımdaydı. koyu yeşil atkımsı bir aksesuar vardı boynunda. o ara bir 'acaba?' dedim.ama ferhat güzel modeli değildi en azından bağlanma şekli.

5 Şubat 2010 Cuma

iyiyim iyi

bugün özgürlüğümün ilk günü.
bir bağlayıcı olmadan hayatını sürdürmek garipmiş.okulla resmi ilişkim sona erdi.artık her hafta ankaraya gitmek yok.doğumgünü yazımda bu asal yaşın bana büyük bir değişiklik getirmesi gerektirdiğini yazmıştım. işte getirdi.bahsettiğim böylesi değildi ama yine de büyük bir değişiklik gerçekten. şu anda tamamen özgür olduğumu hissediyorum. bütün planlarım ankara odaklıydı. bir bocalama olacak tabi ama eminim en hayırlısı bu olacak.
inatçı yapım sayesinde hiç kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı sorunlarla boğuşarak y.lisansımı tamamladım. aslında tamamen benim inadım sayesinde oldu.y. lisansın başlarında her hafta derse yetişmek için sabah 5 arabasına bindim. akrabalarımın yanında kalmaya zorlandım. durumumda asla bir iyileşme olmadı.4 sene boyunca ankaraya yerleşmenin bir fırsatını yakalayamadım. bu konuda tamamen yalnızdım. yerleşmeden devam etmek çok zor olmaya başlamıştı artık. böylece sürünerek ancak y.lisansımı bitirebildim.ankara beni kusmuştu.
okuldan da sürekli şikayet edip duruyordum zaten. belki size kendimi iyi hissettirme çabası gibi görünebilir ama kesinlikle bağımsız hissediyorum. istediğim okula başvurabilirim olur ya da olmaz.
devam etmeyi bugüne kadarki emeğimin boşa gitmemesi için istiyorum.
anneme başka okulu deneyeceğimi söyledim. bu itiraf, hani bir hikayede sevgilisine tarak almak için (neyiniydi ya?) kendisi için değerli bir eşyasını satması ama kızın da o değerli şeyi kullanması için gereken malzemeyi almak için saçlarını satması gibi annemin kuzenimle ev tutmamı önermesi anında geldi. gerek kalmadı dedim.
şimdi bir kaç kişiye daha söylemeliyim bunu,örneğin dersanedeki bir kaç hocaya. çünkü bazı sınıflara doktora öğrencisi olduğumu söyleyip (ne alakaysa) benim adıma prim yaptırmaya çalışmışlar. sanırım şöyle oldu:hocalardan birinin tayininin çıkmasıyla onun yerine geçici olarak benim girmem kararlaştırılınca sınıflarda baş gösteren huzursuzluğa önlem olması amacıyla çocukların gözlerinde onlar için bilinmez ama bayaa yüksek olduğunu düşündükleri derecemi kullandılar. halbüse benim doktora yapıyor olmamın onların gelişimine zerre etkisi yok. valla çok acaip ülke burası be!birisi de ' ee, napalım?' dese ne cevap verilir bilmiyorum.
aslında bir kaç reklam için reklamlar 2 başlıklı bir yazı tasarlıyorum.çok eğlenicez.
biraz daha biriktireyim de.

24 Ocak 2010 Pazar

şu anda

BI-RA-KI-YO-RUM

BI
rakmak için bir sürü sebep vardı.baştan beri problemliydi. okulun kapısından girerken adımlarım geri geri gidiyordu, danışmanımı değiştirdiler, yöneticilerle tartıştım, mimlendim, benimle hiç ilgisi olmayan hocalar bile bu işe karışmaktan kendilerini alamadılar, yönetime yaranmak adına daha düne kadar 'aman ne kadar iyisin, başarırsın, becerirsin' leri sıralayan bir tanesi ders ekleme bırakmada bile sorun çıkardı. ve onun dediği oldu. sindirildim.
RA
rahatsızlık veren durumlardan birisi de bazı hocaların beni odalarına çağırıp tamamen haklı olduğuma benimle birlikte kanaat getirip sözde yanımda olmalarıydı. aslında beni o kadar umursadıklarını düşünmüyorum daha doğrusu biliyorum. ama ben olsam öğrencime biraz sahip çıkardım. en azından bir yol arardım. 'yapacak bir şey yok 'demek daha mı kolay?
KI
sa doktora maceramla birlikte bu okuldan hocaların tek tek ne kadar şikayetçi olduğunu, makam düşkünü insanların güçlerini küçük öğrenciler üstüne basarak biraz daha pekiştirdikleri ve bu güçten memnun olmayan diğer bilim insanlarının sindirilmeyi öğrendiklerine şahit oldum. odalarda kapılar kapalıyken çok atılıp tutuluyor ama neden bu uygulamanın yapıldığını sormaya bile yaklaşılmıyor.bu güç gösterisinin kime ne faydası var.kimin haberi oldu. kimin canı sıkıldı benden başka. belki de diğer okullarda da böyle.
YO
yorulmuştum da biraz aslında. her ne kadar bu cümle kendimi rahatlatma düşüncesi gibi gözükse de yol beni gerçekten yordu.bir türlü ankaraya yerleşmeyi beceremedim.önceden o kadar yıpratmıyordu, her hafta sabah 5 arabasıyla bile derse yetişmeye çalışıyordum. ama şimdi öyle değil. herşey problem oluyor.kalmak zorunda olduğun günler ise daha beter sorun.
RUM
rumuz: sıkkıncan

soru: peki şimdi ne olacak?
cevap:dur azıcık biraz. daha annemlere söylemedim. aslında beni kırmamak için destekler görünüyorlar ama harcadığım zamana, paraya, emeğe benden çok acıyorlar.aslında okulda yaşadığım problemlerden haberleri var, bu kararım anlamlı gelebilir ama bilemiyorum.
söyledikten sonra bu seneyi boş geçicem ve başka bir okul denemeyi düşüneceğim.ve bunun için argümanlarımı (moda terim) geliştirmeye çalışacağım. ankara veya başka bir yer. belki de kalır bu iş burada, eğer hayatım başka bir yöne doğru kayarsa tabi!yani öyle bir şey olur ki umrumda olmaz mesela.
kendi kendimi teselli edemiyorum.mantıklı düşünemiyorum,saplanıp kalıyorum.bu büyük bir eksiklik,başkası yapmalı bunu bana.
bu kararımın beni rahatlatması gerekiyor değil mi?beni şu anda rahatsız eden bundan sonra ne olacağı. bakalım.

18 Ocak 2010 Pazartesi

izdüşümü

umudun benim için var olduğu, türlü türlü hayaller kurduğum, hayatımın dümeninin sadece bende olduğuna inandığım ilk gençlik yıllarım...sık sık hatırlıyorum.bir keresinde gençlik ya da çocukluk günlerini çok sık hatırlayan, o günleri özlemle anan kişiler için bu durumun depresyon belirtisi olduğunu duymuştum ya da okumuştum. o günlerden de aklımda yer etmiş bir televizyon programı İZDÜŞÜM. TRT3 de pazartesi günleri 2 saat süren, ilimizde ulaşabileceğimiz tek yabancı müzik kaynağı. programın adı izdüşüm ama arkadaşlarımdan birinin bu ismi özellikle ya da bilmeyerek İZDÜŞÜMÜ olarak telafuz etmesi. mesela 'dün akşam izdüşümü izlediniz mi?' yerine 'bu akşam izdüşümünü izlediniz mi?' demesi.
yaw bu konuyu da birisi daha önce yazmış.şimdi onun yazdıkları aklıma geliyor, o yüzden bu konuda daha fazla yazmak istemiyorum.halbuki bi sürü şey vardı aklımda, neyse.

geçen hafta ankaraya gittiğimde zamandan kazanmak için burger king e girdim.dışarıdan bakıldığında kimse görünmüyordu ama içeri girince aslında kalabalık olduğunu anladım ama girmiş bulundum bir kere.bekle bekle sıra gelmez,çocuk da biraz uyuşuktu.burger king e giriş gerekçem geçerliliğini kaybetmeye başlıyordu.durumum diner dash de diğer karakterlere göre daha az sabır gösteren yeşil saçlı ve yeşil tayyörlü zenci iş kadını gibi olmuştu. aynı onun gibi tepkiler veriyordum.oynarken onun o hallerine çok gülmüştüm ama şimdi hiç komik değildi bu durum. yemeğimi yarım kalp kala aldım. ama bu seferde yer kalmadığı için daha önce kırmızı birinin oturduğu yere oturmak zorunda kaldım, bonus da alamadım. o da çok saçma be .yemeğe en fazla 40 dolar veriyorsun ama aynı renkte birisinin daha önce oturduğu yere oturursan en az 100 dolar veriyorsun. ama yarım kalple oturduğum için yemeğe fazla para vermemiş gibi oldum.

saçlarımı aslan yelesi kestirmeye karar verdim. bundan bir kaç yıl önce de bu modelden kestirmiştim ve çok hoşuma gitmişti.bon jovi olmuştum adeta.



hey yavrum.



alttaki resmin resmin saçlarla ilgisi yok ama çok hoş gerçekten.








ve işte merali bu saçlarla hayal ediyorum:

meralin de bir kerecik olsun aslan yelesi kestirmesini istiyorum. o artık serpil çakmaklı olur.




hikaye yazayım diyorum ama kendimi o kadar çok düşünüyorum ki, kendim dışında başka bir dünya hayal edemiyorum. bensiz olur mu , lütfen?