21 Şubat 2009 Cumartesi

reklamlar+ali tezel

tv bağımlısıyım.hele ki boşluğa düştüğüm şu günlerde iyice müptelası oldum.en son mezun olacağım sene böyle olmuştu. 'everybody loves raymond' u izlemek için dersi asıp eve geliyordum.ama eğitim dersiydi. çok sıkıcıydı. dersten önce çalışıp gidiyordu herkes, sonra hoca derste şekil olarak soruyu nasıl yorumladığımızı ölçmek isteyen fakat özünde, önceden çalışılmış o cevapların sınıfta birkez daha telafuz edilmesini amaçlayan sorular soruyordu. ben de her seferinde şekle kandığımdan aklımca kendi yorumumla soruyu değerlendirmeye çalışıyordum. bunun karşılığında hoca da beni ,hafif acıma duygusuyla birlikte, ne söylediğimi sonuna kadar dinliyor; kendini , beklediği önceden çalışılmış cevaplar geldiğinde heyecanlanmaya saklıyordu. ve sınıftaki 'gözdeler' bu cevapları sırasıyla kendi yorumlarıymış gibi ortalığa salmaya başlayınca ben sınıfın salağı oluyordum tabi.etrafımı birdenbire 'ne diyo bu salak' diye yüksek sesle söylenen düşünce balonları sarıyordu. evet eğitim dersleri işte böyleydi. bu derslerdeki bunun gibi tek tük çıkışlarım dışında ağzımı açmadan dersin bitmesini bekliyordum.aslında lisede de eğitim derslerimiz vardı.orda da oldukça etkisiz bir elemandım,ama lisede herkeşler öyle olduğundan garipsemiyordum heralde.ama neyseki matematik öyle değil.

nasıl başladım nereye geldim.
işte bu sıkıcı derslerden olabildiğince kaçmak benim için ruhumu kurtarma operasyonu haline gelmişti.ben de devamsızlığımın sınırlarını zorlayarak 'everybody loves raymond' a takmıştım kafamı .galiba o dizide de kendimi robert la özdeşleştirdim.

o zaman da şimdiki gibi reklamları bile izliyor hepsi hakkında yorum yapmaya çalışıyordum.

lipton poşet çay reklamındaki adamı her izlediğimde yüzümde acı bir sırıtış beliriyor. hele de satranç oynarken sorunu çözememiş çocuğa 'ipucu' vermek için at taklidi yapmıyor mu,işte orda aklıma bir sürü soru takılıyor.bu adam bu reklamda bu rolü yapmak için kaç para aldı?içine sindi mi?yönetmen ilk çekişte mi tamam dedi yoksa gerçekten denedi ama bir noktadan sonra bıkkınlıkla olduğu gibi kabul etmeye mi karar verdi?firma sahipleri bunu mu istiyordu?mal gibi bir adam kimse kusura bakmasın.antipatik, basit,baştan savma!ama reklam müziğini sevdim. yazık olmuş müziğe!bi izleyin.

bir de aptamil junior var. işte kadının çocuğu 1 yaşına girmiş de çocuğu herşeylerini arkadaşlarıyla paylaşıyormuş da mikropları da paşlaşıyormuş...bu sırada ekranda çocuğun annesi yanındayken arkadaşının üzerine hapşurduğu kaşığı anasının gözünün önünde alıp ağzına götürmesini ve kadının da bunu seyretmesini izliyoruz. sonra 'çocuğumu nasıl koruyabilirim 'diyor. mal gibi bakacağına alsana kaşığı elinden.hadi yanında olmadığı bir zamandan bahsetseler neyse!bir de bu reklamın çocuğunu gezdirirken yaşlı teyzenin nispet yaparmışcasına annesinin gözü önünde önce hapşurup sonra göstere göstere çocuğun başını okşaması var.hiç samimi değil.

kanal 7 de bu sabah türk filmi vardı(türk filmlerinin hastasıyım yakalayınca bırakmam). reklamları da izledim. bir reklam nestle bir reklam başka marka formundaydı. bir kaç gün önce filistin saldırıları sırasında israil ürünlerine karşı ambargo çağrısı(doğru bir ifade mi oldu bilmiyorum) maili aldım.bu ürünler arasında dikkatimi çekenlerden birisi de nestleydi.nestlenin ürünlerinin (gerek çikolata gerekse kahve olsun, ayrıca nestleden tişört kazanmışlığım var) yakın takipçisiyim.bana gelen ambargo maili israili hedef alan(haliyle) kanal 7 nin takındığı tavırlara benzer ifadeler taşıyordu. yani söylemek istediğim paralel iki doğrudan çok çakışık iki doğru gibiydiler. bana gelen bu mailden sonra kanal 7 de ikide bir(gerçek anlamda) nestle reklamının çıkmasını garipsedim. umarım benim anladığımı doğru anlatabilmişimdir. tabi ticaret denebilir, tabi meşru bağlantıları olmadıklarını söyleyebilirler ama ne biliyim, galiba şu günlerde ki yolsuzlukları ortaya çıkarma rüzgarına mı kapıldım nedir?kendi çapımda bir şeyler mi yapıyorum?işte bir yandan ambargo diyosun bir yandan da paradan geçemiyosun gibi...sadece düşünce.

hayatımın kısa bir süre de olsa bir döneminde ali tezel gibi olmak istiyorum. onun sınavına çok iyi çalışmış çalışkan öğrenci halinin hastasıyım. tabi program önceden hazırlanıyor, sorular ve cevapları belli ama yine de insan hiç mi karıştırmaz ,duraksamaz, notlarına bakmak istemez?gerçekten kısa bir dönem de olsa cevaplarımdan bu kadar emin olmak isterdim.



16 Şubat 2009 Pazartesi

suçluluk+yük

bir kaç ay önce seyahatlerimden ve bana açtığı masraflardan bahsetmiştim. bunlar keyfi geziler değillerdi. iş seyahatiydi ve hiçbir başarılı sonuç alamadım. bütün masraflar da ailem tarafından karşılandı. sağolsunlar.tabi insanın ailesi olması böyle birşey. onlar şikayetçi değil ama ben göstermediğim suçluluk duygusunun altında eziliyorum. suçluluk duygusunu sözle ifade etmiyorum ama galiba yaptığım ekstra davranışlarla bunu gösteriyorum. mesela evin tüm temizliğini kimseye sormadan üstlenmiş olmam (pazartesi günleri bütün ev ve büyük temizlikler(bayramda ,baharda halı yıkamak, cam silmek..)). iyice kül kedisi oldum.'bunlar olağan şeyler tabi yapacaksın köpekk!' diyebilirsiniz. garip olan bu zamana kadar bu işleri yaparken isteksiz görünmem , söylenip durmam ve de işi başkasına yıkmaya çalışmam şimdi ise kimseyi bu işe bulaştırmadan canla başla evin bir ucundan başlayıp diğer ucundan çıkmam.tek kelime etmeden ve neredeyse yüzümde bir mutluluk ifadesiyle.ve bu sadece temizlik !bütün banka işlerini ,arada yemek işlerini ve kahvaltıyı! bütün derdim o masrafları çıkarmak.
galiba bu da çocukluktan süregelen hep başarılı olma durumu.başarısız olunca ne yapacağımı şaşırdım.aileme yük olduğumu düşünüyorum. halbüse baştan beri böyle olan insanlar var. ailesinin başını sürekli derde sokanlar, masraf üstüne masraf ekleyenler.onlar hiç suçluluk hissine kapılıyor mu? hayır. bütün bunları bugün eğilmiş kan ter içinde yerleri silerken düşündüm (viledayla olmuyo,bi yerden aldığını öte yana bırakıyor.).
bu arada en sevmediğim ev işi listemde en başta bulaşık yıkamak vardır. nefret ederim.ömrümden ömür gider.hele bir de levobonun deliğine partiküller tıkanmıyor mu bırakıp kaçıyorum o anda .midem kalkıyor.

şu savunmayı yaptım ya bir rahatladım bir rahatladım. meğerse bütün negatif halim savunma endişesi yüzündenmiş.gerçekten rahat bir hafta geçirdim. savunmaya yakın günlerde sırtımda bir tutukluk durumu vardı. hareket ederken oldukça güçlü bir ağrı hissediyordum.annem üşüttüğümü iddia ediyordu.ama savunmayı takılmadan geçince sırtımdaki ağrı mucizevi bir şekilde geçti. şitresi bedeni tarafından algılayan bir yapım var.baş ağrısını ve uykusuzluğu saymıyorum çünkü bunlar endişenin direkt göstergesi olabilir.ama sırt ağrısının bir anda yok olması garipti gerçekten.üstelik hiç bir ilaç almadan. daha gençken de bir arkadaşımı kıskandığım için ishal olmuştum.ama arkadaşımla durumlar eşitlenince geçmişti birdenbire hastalığım.
hayatıma şu an için maddi bir katkı sağlamamış olsa da yüksek lisansı bitirmiş olmak beni rahatlattı gerçekten.

11 Şubat 2009 Çarşamba

fool if you think it's over...

tri lay lay liiii
tri lay lay liiii
tri lay lay li tri lay lay li tri lay lay loooom
nasılsın?iyi misin? sorarsam söyler misin?


şu anda resmen bildiğin YÜKSEK matematikçiyim ! ünvanın yanında sanki gerçekten ufak bir tümseğe çıkmış da dünyayı o yükseklikten izliyor gibiyim. hocamın da belirttiği gibi boyum uzadı. çok uzun sürdü ama.savunma iyi geçti.asıl problemi kutlama pastasını hocalara dağıtırken yaşadım.cheesecake almıştım kakaolu, kakaoları heryere savruldu,öksürttü ama ben tezime onay aldığım için o kadar mutluydum ki öksürüklere boğulan hocalar sanki benim için zafer şarkıları söylüyor gibiydiler.
doktoraya devam edip etmeyeceğimi sordular.bende onlara geri sordum devam ediyim mi yoksa bırakıyım mı diye (çünkü ben ne kadar istesem de başarılı olabileceğim konusunda kendimi yanıltabilirim) .onlar da devam et dedi. artık yaza kadar dinlenirim.sonra hadi bakalım doktora.doktorada artık ankara-çorum arası yolculuk yapmak istemiyorum.yoruldum artık yoldan.yaza kadar bu konu hakkında neler yapabileceğimi düşünmeliyim.
şimdi önümde üds var bir ay kadar da ona hazırlanmaya çalışacağım. durum şu anda böyle.
rahatladım.

5 Şubat 2009 Perşembe

ağla yıldız ağla

büyük gün 10 şubat.nihayet tezimi savunacağım gün geldi biraz geç bile kaldık aslında. ama önümüzdeki salı günü bu macera da bitecek. çok korkuyorum kız. mülakat tipi sınavlarda hiç başarılı olamıyorum. bildiğim herşeyi unutuyorum. unutuyorum da değil aslında daha çok bildiğim herşeyin doğruluğundan şüphe duyuyorum. zaten matematiğin (sadece matematik eğitimi alanlar anlayabilir) böyle bir tarafı var. doğru olduğundan emin olduğunuz bir önerme karşınızda yanlış bir önermeymişcesine pis pis sırıtır. bu matematikte şöyle böyle doğruluk değeri belli olmayan önermeler olması anlamında değil yanlış anlaşılmasın.tamamen 'beşerdir şaşar' durumu. size bir sır:matematikte doğruluk değeri belli olmayan önermeler vardır ve GEB (gödel ,escher ,bach) de derki matematik çelişkiden azade değildir.
neyse asıl noktadan uzaklaşmayalım.10 şubatta kendimi rezil edicem,bildiğim ne varsa unutucam,saçmalıycam. yani 10 şubatta şenlik var.kaçırmak istemeyen buyursun.jüri ne soracak bilecek miyim ?hangi ispatı soracak.kör noktalara girmesinler lütfen.öfff! çok canım sıkkın.hacettepeden gelen jüri beni biraz geriyor.gerçi belli olmaz bizimkiler daha korkunçtur belki.öff!hayatımdan bir an bile eksik olmayan belirsizlik belası!
yemekteyiz programının bu hafta ki bölümünün ilk yarışmacısını izlememiştim.yemekten sonra piyanist şantörümsü bir müzisyen getirmiş. şarkıcı da zorla mimar adama(mimaradam iyilerin dostu kötülerin düşmanı) bir şarkı söyletmeye çalışmış.güleyim mi ağlayım mı bilemedim. çok zor bir durum. yazık adam söylesem mi söylemesem mi gitti geldi. çok rezil durumdu gerçekten(sen 10 şubatta görcen rezilliği). ben olsam levoboya giderdim müzisyenler gidene kadar da çıkmazdım.çok acıdım valla.
bir de avukat kadın ne kadar çok ve tekrarlı konuşuyor. bir yorum yapıyor. yorumda geçen kelimelerin yerlerini değiştirerek tekrar tekrar söylüyor.böylece 'n' tane kelimeye sahip(bağlaçlar hariç ve tamlamaları tek kelime olarak saydığımızda) bir cümlenin 'n!' farklı dizilimini söylüyor.
ali okula gitti
ali gitti okula
okula ali gitti
okula gitti ali
gitti okula ali
gitti ali okula
sinir bozucu!

3 Şubat 2009 Salı

ağlama federer ağlama

kendime acıdığım kadar kimseye acımam. bundan bir an önce kurtulmak gerekir biliyorum ama nasıl olur bilmiyorum.benim yaşadığım en küçük bir şanssızlık dünyamın kararmasına benim ne kadar da bahtsız biri olduğum sonucuna ulaşmama yeter.neden bütün aksilikler beni bulur veya why does it always rain on me (tam bu satırları yazdığım sırada)? tabiki kimsenin hayatı mükemmel değil.yaşantılarına özendiğim bir sürü insan var.zenginlikleriyle ya da şöhretleri ya da eserleri anlamında değil, sadece o mutlu görünüşlerinden dolayı. kanıyorum işte. ama geçen gün Federerin avustralya açık tenis turnuvasında kupayı kaybedince zırıl zırıl ağlamasını izlediğimde (binlerce kişinin önünde resmen zırııl zırııl ağladı.hala şaşkınlık içindeyim.) tam olarak neyi istediğimi bilemedim.federer maçlar öncesinde maç sırasında ya da maç sonrasında(kaybetmiş olsa bile) pek duygularını göstermeyen bir oyuncudur. hatta bazı tenis oyuncuları gibi oynarken de 'ııhh' gibi zorlanma sesleri(hele bir arancha sanchez vardı kii) çıkarmaz ya da sharapova gibi çığlık atmaz.ne düşündüğünü moralinin ne durumda olduğunu anlayamazsın. dolayısıyla ağlama (üstelik o kadar seyirci önünde) gibi ağır bir durum sergilemesi beni çok şaşırttı. roland garros ve wimbledonu nadala (ya da nadasa (gerçi roland garrosu hiç alamadı)) bıraktığında bile bu sakin duruşunu kaybetmedi ama avustralya da ne oldu bilmem. sen yıllarca rekor üstüne rekor kır, adını tarihe yazdır, turnuvadan turnuvaya koştur ödülleri cebe indir, sponsorlar peşinden koştursun beş kuruş masrafın olmasın sonra turnuvayı kaybettim diye ağla.bu zamana kadar epey para topladın zaten. bir tenis oyuncusunun gelebileceği en güzel yerlere geldin. artık federer için düşüş başlamış gibi görünse de agassi ya da steffi graf örneğinde olduğu gibi ikinci bir parlak dönem yaşayabilir.ama şimdi federerin cennetinde de problem var. bu da bana ders olsun.

bu arada trt 3 de steffi nin 1991 deki wimbledon finalini verdiler. çok özlemişim. insan tenis oynarken nasıl bu kadar hanımefendi olabilir.şimdiki kadın tenisçiler arasında ona duyduğum kadar hayranlık duyacağım kimse yok. hele bir williams kardeşler var ki onlar yaşlanana kadar bayanlar tenis maçlarını izleyemiycem galiba (sinir oluyorum). steffinin 2. parlak döneminin başında martina hingis biraz kendini gösterdi.çok da zevkli maçları oluyordu. ama sonra steffiyle finallerinde(97 ydi galiba) şımarıklılığı yüzünden seyircisinin antipatisini kazandı ve tenis dünyasından adını sildirdi. canım steffi tüm uyarılarıma rağmen gitti de o gerizekalı agassiyle evlendi.

tamamen kendimle ilgili bir yazı olacaktı ama yine tenise girince çıkamadım. seviyorum napıyım?