23 Ocak 2011 Pazar

behzat ç. ceketi

dostum behzat ç. rocks!
neyi hoşuma gidiyor bu dizinin tanımlayamıyorum. sanırım gerçeğine çok yakın şivesi,neredeyse tam olarak öyle olması, sahte tavırlardan uzak olması ya da sadece o ceket. deri ceket almak üzereyim. önceden kahverengi alırım diyodum ama diziyi izledikçe siyaha dönüyorum beybi.çok şık, hastası oldum. umarım bundan önceki dizilerden esinlenerek piyasaya sürülen jade yüzüğü, sümbül hanım eşarbı, ferhunde hırkası gibi behzat ç. ceketi diye birşey görmeyiz sosyete pazarlarında.bakarsan normal ceket.resmen özeniyorum behzat ç. ye.siyah iyidir iyi.


hele cekete bak. delicesine imreniş. behzat karakterini de seviyorum. imkanım olsa behzat bıyığı bırakıcam. lanlı lunlu konuşma isteği. zaten benim günlük dilim birini azıcık sık dinlese hemen onun konuşmasını taklidimsi hareketlere girer. yıllardır meralden kaptığım 'madem' dilimde pelesenk. mademsiz konuşamıyorum adeta,yerli yersiz. bide modern sabahlar dili varki onu hiç sormayın.

bide behzatın yanında kalan kimdir hala anlayamadım dinleyicilerimizden izleyen varsa bizi bi arasın.


reklamlar:
1. bi'tat diye bir puding reklamı var, gördünüz mü?o kadar korkunç bir müziği varki. zaten şarkının sadece 'bi'tat' bir de ' çikolata ve muz' diye bir yerini anlayabildim. sanırım çocukların ilgisini çekmek için aşırı ince bir ses kullanılmış ama hiç anlaşılmıyoki.

2. çizgi film kanallarında çıkan reklamlar,genelde yabancı aslından türkçeye uyarlama olanlar (barbi ve türevleri) orjinal dillerinden hiç dinlemedim ama sanırım birebir çeviriyolar ne ezgiye uyum ne kafiye hiç bir şey kalmıyor. hele bir tanesi 'papi ketler orayaaa.papi ketler buraya' her seferinde kahkahalar.çok komik gerçekten.

3.çizi reklamı. açıkçası çizinin reklama ihtiyacı olduğunu bilmiyordum. yüzyılın bisküvi rüyasını gerçekleştirdi. hepimiz acıkınca çizi aldık yıllarca. demekki bir tehdit gördüler ki üretime başladıktan yıllar sonra reklam ihtiyacı duydular.burundan şarkı söyleyen aşırı tiz adam sesi. çok rahatsız ediyo beni.

4. lütfen artık üniversite gençliğini hedef alan reklam bit.(bu da penguen dili).

baksana kardeşim. ittiyoom.
bu da hoşmuş.

22 Aralık 2010 Çarşamba

21 aralıkta ne olacağıdı?

susancım bir hafta önce geldin o konferans senin bu konferans yine senin dolaştın durdun. çok güzel para yapıp memleketine- ya da başka bi yere- gittin . hani 21 aralıkta süper acaip bişey olacaktı. hayatımızda mükemmel değişiklik olacaktı.hiiiç bir şey olmadı.hayatımdaki en durgun 21 aralığı yaşadım. olsaydıya güzel bişey beybi.
bir de burcuma bebek mebek bişey demişsin bu da yalan o zaman.
öğrenim kredisi çıktı. geri ödenenden. alsammı almasammı bilemedim. malum daha ötekini ödüyorum.ya da 2 sene için mi alsam.off.
yılbaşı geliyor yine ve yine sevinçliyim. geçen seneki yılbaşı o kadar yavandı ki. bu sene akşam yemeği bile olsa yeter. geçen sene annemin kereviz şöleni vardı. kaç kişi yılbaşında kereviz yer lütfen.gerçi dersanede öğrenciler küçük bir süprüz parti yapmışlardı ,kısır-kek tipi bişeyler,ama saat 18 de yapılan bu etkinlik yılbaşından günler önce yapılmış gibiydi.
bu haftalarda çok yoğunum beybi. finaller başlıyor,bide proje var. üff.
çok değişen bişey yok aslında aynı hayallere devam.susan yaktın beni. dün olsaydı bişeyler ne güzel döşeyecektim buraya.suzan suzi

10 Kasım 2010 Çarşamba

ally ve ben

aahh evet dostum bugün benim doğum günüm.
yıllar öncesinde fırtınalar estiren ally macbeal dizisini o zaman evimizde (öğrenci) kablolu olmadığı için izleyememiştim. dizi bittikten sonra tekrarları oynarken bir iki bölümünü izledim. o bölümlerden ally nin 30 yaşına girişi aklımda kalan tek şey oldu.ally hukuk bürosu ortağı olarak paraya para demezken, bostonda süper ev süper iş sahibi, bir de bon jovi gibi sevgilisi varken vay ben 30 uma girdim hayatım korkunç tribine girmişti. o gün ortağı olduğu işine hiç gitmemiş, formunu bozma pahasına pastaya çikolataya vermiş hayatı kendine adeta zehir etmişti.hatta o zaman bu sahnenin birebir kopyası olan eti browni reklamını hatırlıyoruz.işte ben burda dünyanın geri kalanından ayrılıyorum. ne param ne işim ne evim ne de bon jovinin yanına bile yaklaşamayan sevgilim var. fakat bendeki bu umut dolu gelecek beklentisi,herşeyin bir harika olacağı sanısı, bu neşe... nereden gelmektedir. kısaca niye sevinçliyim ki ben?
koskoca 30 yıl, asalı da boş geçtik. ilk 3 asalın çarpımının pek manalı olacağını sanmıyorum. bir kere çift. acaba çift sayılara bir şans versem mi?
kendime doğum günü hediyesi olarak samsunda deniz kenarında yemek ısmarladım. biraz dar bir zamanda gerçekleşti ama yine de iyi geldi.hala samsunda kalmıyorum belki o yüzden ama deniz kenarı şehirlerde yaşayan insanların denizi umursamama havasına girmedim. deniz benim için hala iyileştirici, huzur verici, süper birşey.okul da iyi gidiyor. nazar değmesin ama sanırım bu okulda daha değerliyim. umarım samsunda yaşamayı becerebilirim.
belki bu yüzdendir.yani neşeli olmam. kendime olabilirliği daha öncekilere göre daha yüksek olan yeni bir hedef bulduğum içindir, kimbilir.
geçen seneki doğum günü yazımda bahsettiğim büyük değişiklik gerçekleşti aslında. ankaraya niye bağlıydım ki?
neyse geçelim bunları dostum. yeni yaşın kutlu olsun baby.

3 Ekim 2010 Pazar

neler olacak neler neler olacak

efendim
hangisinden başlayayım
son yazdığımdan bu yana 1 ay kadar geçmiş olmasına rağmen ömrümden yaklaşık 2 yıl kadar gitmiştir sanırım.bütün yaz boyunca bilgisayarın karşısında vaktimi öldürmeye çalıştım fakat bu son günlerde bilgisayarımı açmaya vakit bulamadığım günler oldu.neler oldu:
bir kere bayram her zamanki bayramdı.ramazanı çok severim ama bayramı pek sevemiyorum Allah günah yazmasın.kalabalık sevmiyorum genel olarak,sıkılıyorum. annemle babam ailede ne kadar da büyük olsalar onlardan daha büyükler de olduğu için bayram gezmesi yaşıyoruz normalde, ama bu bayram annemin bel fıtığından mütevellit bacak ağrısı olduğundan hiç bir yere gitmedik, gelen oldu tabi.bayramdan sonra ramazanda başvurusunu yaptığım doktora mülakat sınavı vardı samsunda ona gittim ,her zamanki gibi bir sınavdı.üstüne düşmedim açıkçası. 2 gün sonra annemi bir kere de oradaki doktorlara göstermek (ve ameliyat şartını bir kere daha duymak ) üzere ankaraya üni hastanesine götürdük. sınav sonucu henüz açıklanmamıştı ve tam da o gün açıklanacaktı. ankaraya iner inmez hastaneye gittik doktora göründük ve acil ameliyat dedi.annem ağrısı canına tak ettiği için cesur bir kararla o gün ameliyat olmayı kabul etti . ameliyat diyeceklerini biliyorduk ama o gün olacağını bilmiyorduk,akşama eve dönme niyetindeydik, dolayısıyla yanımızda hiç bir hazırlık yoktu (pijama,havlu...).hastanede doktor olan kuzenimin de yardımıyla hemen odamız ayarlandı ve annem bir kaç saat içinde ameliyata alındı. annemin ameliyat işlemlerine koştururken sınavı kazandığımı öğrendim. okul kayıt için sadece bir gün bırakmıştı geriye.ben annemi bırakıp gidemezdim tabi. babamı göndermek zorunda kaldım samsuna.yaşlı insanlara genç işi yaptırmak ne kadar zor yahu. sadece tarif ettiğim yere banka dekontunu bırakıp geri dönecek.kaç kere anlattım hatırlamıyorum.neyse o işi babama devrettikten sonra annem ameliyattan çıktı ve benim asıl işim başladı.annemin 8 saat konumunu değiştirmeden yatması gerekti bu da benim o geceyi uyumadan geçirmem demekti. saat başı hemşireler, bazı saat başları da doktorlar geldi. bu insanlar bütün gece hiç dinlenmeden nasıl ayakta duruyorlar?iyi ki gece nöbeti gerektiren bir işim yok. hiç bana göre değil.bir gecede helak oldum.Allah yardımcıları olsun.
ertesi gün annemi yürüttüler ve çok şükür ki hiçbir problem olmadan o gün taburcu olduk.çıkmadan önce amaeliyat sonrası bakımla ilgili brifingi de aldık, brifingin özeti tam olarak bütün işlerin benim üzerime bırakılması şeklindeydi. hastaneden çıkışta uzun yolculuk yasak olduğundan ankaradaki akrabalarımızın yanına konuşlandık.benim en geç iki gün sonra samsuna gidip ders kaydını yapmam gerekiyordu.annemi orda bırakıp önce çoruma ordanda samsuna geçtim. ders kaydını yapıp hemen geri çoruma geldim.burda bir kaç gün kaldıktan sonra (çünkü sağlıklı olmalarına rağmen burda da bakıma muhtaç 2 tane adam var) annemi evine getirmek için ankaraya gittim.rahat bir yolculuktan sonra eve geldik. bitti mi ?hayır. pazartesi günü dersler başlıyordu ve dersi kim anlatacaktı dersiniz? üç tahmin hakkınız var..evet bildiniz ben.bu koşuşturmada aralarda da ders çalıştım.pazartesi bitince biraz dinleneceğimi sanıyordum ama bu seferde dersaneye gitmem gerekiyordu.para lazım sonuçta.neyseki onlar biraz anlayışlı çıktılar 2 gün dinlen sonra başla dediler.buna sevinerek eve dönerken havaların bi acaip olması ve vücut direncimin oldukça aşağılara düşmesinden dolayı hasta oldum. nezle, grip tipi birşey. 2 gün sonra dersaneye kıpkırmızı bir burun ve bayık gözlerle gittim o günü nasıl atlattım hatırlamıyorum.ertesi gün tatildi ve asıl dinlenmeyi o gün başardım.ve bugünlere kadar geldim. yarın yine samsun var.
biraz samsundan bahsedeyim:şehrin içini gezecek hiç vaktim olmadı henüz, sadece kampüse giden yol hakkında konuşabilirim.otogardan kampüse kadar sahil yolundan gidiliyor.izleyerek gitmek çok güzel.ilk defa geçen hafta biraz vaktim oldu ve bu yol üzerindeki bir alışveriş merkezinin kafe'sinde denize sıfır oturup keyif yaptım.denizle ilgili en çok sevdiğim şey karşısına oturup izlemek.günlerin yorgunluğuna çok iyi geldi gerçekten.çok klişe olacak ama yaşadığınız yerde deniz olması harika bir şey.samsun hakkında umutluyum.
bakıcaz.

27 Ağustos 2010 Cuma

ramazan + saptamalar

ramazanın yarısını geçmiş olsak da bir şeyler yazabilirim sanırım. genel düşünce uzun yaz günleriyle ramazan ayı gereklerinin biraz zor geçinecekleri yönündeydi.ramazan başladığında o iğrenç sıcakların ortasındaydık. her kanalda ayrı bir doc, yapılacaklar, yapılmayacaklar listesi veriyordu. ödümüz koptu nasıl dayanıcaz diye. ama gelin görün ki hiç de öyle olmadı. kendi adıma hiç mi hiç açlık hissetmedim. dışarıda işim olmadığında susuzluk problemi de yaşamadım çok şükür. hemen bir genelleme yapayım: sanırım olağan yaşamımda da çok zor olacağını düşündüğüm işler için ağırdan alma davranışı (öğrenilmiş çaresizlik de deniyor) sergiliyorum , 'beni almazlar', 'sınavı geçemem', 'armudun sapı var'... gibi. ama eğer bu iş hayırlı bir iş ise Allah'ım yolumuzu doğrultuyor, rahatça sonuca ulaşıyoruz. istekle başlamak önemli , daha açıkçası 'niyet etmek' önemli. ne susuzluk ne de açlık, vız gelir tırıs gider.ramazanın verdiği dersler çeşitlidir. hem de tam zamanında.
çorumda ramazanla ilgili saçma bir gelenek var. iftardan sonra simitçilik müessesesi. yaşları 5 ile 16 arasında değişen göbeller(çorum ağzıyla yeni yetme oğlan çocuğu, cümle içinde: göbele bah la!) sitelerin arasında olanca güçleriyle bağırarak ve onlara eşlik eden yankılarıyla birlikte simit satmaya çalışıyorlar.bu gelenek ramazan ayının kış günlerine rastladığı sırada birden bire ortaya çıktı ve o dönem iftardan sonra acıkmak için zaman kaldığı için halktan da rağbet gördü. soğuk olduğu için de dışarıda fazla kalamıyordu simitçiler , saat 9,10 gibi boşaltıyorlardı sokakları. ama şimdi simit satmaya 9 da başlıyorlar ve 12 ye kadar bağırıyorlar. kimse de acıkmadığı için almıyo tabi. onlarda ellerinde kalan simitleri satabilmek için neredeyse sahura(ailemizde sahura inatla temcit diyen son kişi de iki sene önce vefat etti. acaba onun yerine ben mi devam etsem temciti yaşatmaya) kadar rahat bırakmıyorlar. sinir oluyorum. onlar gidiyor 1 saat sonra davulcu ve zurnacı geliyor. evet yanlış okumadınız, ramazan davulcusu gelenek anladık ama ramazan zurnacısı var çorumda. hep de aynı türkü.
saptamalarla kaplamalarla:
1) her sene yaz başı sibel canı görürdük gerek magazin gerekse ana haberlerde: sibel can diyeti başlıklı haberlerle, o da keyifle anlatırdı:efendim karpuz peynir, efendim puanlı yemek... gibi. fakat bu sene sibel can diyeti çıkmadı piyasaya farkettiniz mi?zaten diyet yapmadığı da ortada, herkesin aksine sibel cana kilonun yakıştığını düşünmüyorum.kocaman bir şey olmuş.sibelcim koyvermiş gitmiş.
2)flash tv(bu kanala çok şey borçluyum) beni şaşırtmaya devam ediyor.küstüm şov da canseveri gördüm yıllar sonra, garip bir his kapladı içimi, bananeyse, bana neyi ve dolayısıyla hangi hissi hatırlattı bilmiyorum.boşverin
3)levent yüksel , olgun kişi.abi gibi. yaşlandıkça ilyas salmana benzemesini hiç yadırgamıyorum.corc kuluni ayhan ışığa ne kadar benziyorsa levent yüksel de ilyas salmana o kadar benziyor. buradan bir sonuç çıkarabilirim ama ilyas salmanın ve levent yükselin yaşlarıyla ilgili bir bilgiye sahip olmadığımdan, dolayısıyla matematiksel olarak tatmin olamadığımdan dolayı o sonucu çıkaramıyorum.
4)ve reklamlar tabi;yataş reklamı: yorganın ayak ucu kısmından annenin, babanın ve de bir çocuğun ayaklarını görüyoruz(anne ve baba olduğu sonucunu ben çıkardım,iddialı değilim) aklıma gelen soru: çocuğun ayakları görünüyorsa o şekilde kafası tam olarak nereye geliyor? çocuk boğulmak üzere olduğu için mi ayaklarını kırpıştırıyor?(tamam biliyorum göz kırpıştırılır,ne yazıyım ki ama?)
5)kavak yelleri dizisi:3 hafta öncesine kadar türkiye ortalamasına göre özgün bir kurgusu olduğuna inandığım bir diziydi. taaaki 'şeytan marka giyer' filminin sahnesini kopyalayıp yapıştırdıkları bölüme kadar. diziyi devam ettiricez diye zorlamanın alemi yok.
bu arada dizide mine karakterinin saçlarını çok beğeniyorum sanırım kayıtsız kalamayacağım.
6)reklama dönüş: nazo: 5 saniyelik reklamla ne kadar başarı sağlanır demeyin. hangimizin aklında kalmadı melodisi. ramazan için de paraya kıyıp ayrı bir beş saniyelik reklam yapmışlar helal olsun.
sonbaharda daha mutlu olurum niyeyse.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

karışık kaset

insan elini kurularken kendini yaralayabilir mi?çok basit.ellerimi kurularken havlunun aniden yere düşecek gibi olması, panikle yere düşmeden yakalamaya çalışmam, bu sırada diğer elimdeki tırnaklardan birisinin (hala hangisinin sebep olduğunu bulamadım,sinsi tırnak) sol elimin küçük parmağının tırnak kenarından hatırı sayılır bir büyüklükte deriyi sıyırması. o bölgede kaç tane damar var, her biri ne kadar kan taşıyor bilmiyorum ama beni acımasından alıkoyacak kadar şaşırttı.neyseki kirli kandı koyu koyu.
yine televizyona sardım bu sıra.bununla ilgili bir kaç tespit:
1.
yaklaşık 10 gündür reklamlarda sıkça rastladığımız 3G uygulamasının yıldönümü dolayısıyla vodafone un orhan gencebaylı reklamı. çok uzun zamandır ekranlarda.bundan yıllar yıllar önce cep telefonu ilk yayılmaya başladığı sıralarda bu konuda öngörüsüz davranmıştım. gerçekten hiç ihtiyacım olmayacağını, gereksiz bir cihaz olduğunu düşünüyordum. ama öyle olmadı you know.gerçi şimdi de pek işime yaramıyor. çoğu zaman dışarı çıkarken yanıma almayı unutuyorum. neyse... buna benzer şekilde 3G teknoloji(?)sinin ülkemize girdiği sıralarda da neredeyse aynı tavrı sergiledim ama bu sefer daha yumuşaktı, 'asla' demedim. bir şekilde üstünden zaman geçince ülkemiz insanı için vazgeçilmez olacağını düşünüyordum. ama hala olmadı.bekliyorum....asıl konu bu değil ama,reklama dönelim, vodafone 10 gündür reklamını yapıyor ama buna karşın insanları reklama boğan turkcell daha yeni 3G yıldönümü reklamı döndermeye başladı.unuttu çünkü, çok belli.10 gündür orhan gencebay dinliyoruz iki reklamda bir. turkcell de vodafone un reklam ilk dönmeye başlayınca aceleyle 'lüküs hayat' temalı reklam çekti. sanırım ulus olarak doğumgünü genimiz yok. hristiyan alemi noeli kim bilir ne kadar zamandır kutluyor, yerleşmiş doğumgünü şeysi. ama buna karşın kutlu doğum haftası daha yeni oturuyor (benim çocukluğumda yoktu. ya da vardı ama haberim yoktu,peki ben çocukken neden noeli biliyordum ama kutlu doğum haftasını bilmiyordum,benim problemim değil) açıkçası doğum günü benim için o kadar da önemli değil.çocukken özendim bir kere, ilkokul 4 sanırım
okuldan en yakın iki arkadaşımı çağırdım, diğerleri akraba çocukları ve mahalleden çocuklardı. o kadar sıkıcı geçmişti ki bir daha bu zahmete katlanmaya değmezdi,annemde sinir olmuştu zaten, bir sürü iş çıkmıştı yok yere. o doğum gününden hatırladığım en canlı anı ; aşağıda istop oynarken renk değilde ülke seçelim dedik, herkes türkiye olmak istiyordu tabi ama çocuklardan birisi 'ben usa (yu es ey diye okudu birde) olucam' dedi.yuesey nere la dedik, o da bilmiş bilmiş 'amerika birleşik devletlerinin ingilizcesi,hıh ' diye hava attı bize.ingilizceyi nerden biliyordu bu çocuk? o gün değil ama ondan sonra ki bütün ülkeli istop oyunlarında hepimiz kendi mahallemizde yuesey olmak istedik ve açıklamayı da yaptık.
daha sonra o çocukla 'unchain my heart' anımız vardır ki hey gidi hey.sonra anlatırım.
2.
küçük sırlar dizisi, neresinden başlayayım.daha dizi başlamadan reklamları döndüğünde gossip girl dedim. aynısı olmuş demesinler diye bir kaç değişiklik yapmışlar, mesela eziklerin babası değil annesi var. korkarım bu dizi tutacak ve biz sene içinde okullarda bu gerçeküstü tiplerin çakmalarına oldukça sık rastlayacağız. yalın ilk meşhur olduğunda ona özenen bir sürü delikanlı vardı şimdi napıyorlar acaba?
3.
sabah gazetesinin tükenmez kalem promosyonu nasıl?her seferinde bende bir hesap hissi uyandırıyor (bu his bende çok fazla uyanıyor).gazetenin tükenmez kalem promosyonuyla elde etmeye çalıştığı tiraj artışı ve bu artışla gelen yani sadece bu artışla oluşan kar tükenmez kalem maliyetini karşılıyor mu? türkiye de gazeteyi tükenmez kalem verdiği için alan biri var mı?tükenmez kalem gazeteye bedavadan geliyor büyük ihtimal. hediye yani. ama ülkenin her yanına dağıtacak kadar tükenmez kalem hediye etmek ne demek?
4.
flash tv. komedi dans show. acımak istiyorum ama acıyamıyorum. bu işi yapmak zorunda değiller.hiç komik değil ki.oraya parayla giden (izlemek için para alan) seyirciler bile gülmüyor.gerçekten çok saçma bir iş yapıyolar. mecburen mi yapıyolar?
5.
doritos hissesi sahibini buldu.benim de oy verdiğim aday kazandı.denedik evet ama yeni tat dedikleri bütün o üç tat zaten doritosun önceki ürünleriyle aynıydı. yeni bir şey yoktu. peki niye oy verdim?sayfasını okudum ve doktorasını yapan araştırma görevlisi yine de benden daha iyi durumda olduğunu ama bir zavallı olduğunu tahmin ettiğim için ona oy verdim. yüzde 1 fena değil bence. akmasa da damlar. kendini kurtardı. kıskanmıyorum, onu oraya ben taşıdım. nasılsa nazarsızım.
6.
çilek mobilya arabalı çocuk yatağı reklamı antipatik değil mi?babalar kullanamaz. üff.
7.
son olarak, olumlu bir şey, markafoninin açılış sitesinin bizi alıp teyyy nerelere götüren sahil sesi. çok mutlu ediyor beni. bir süre gözlerimi kapatıp dinliyorum.çok hoş.

günlerdir çözmediğim mistery kalmadı.time managment üretmiyolar artık hepsi hidden object çıkarıyor napalım. meral clockmani bitirdiysen sonda çıkan tipleri gördün mü? oyunun yapımcıları falan. oynadığımız sahnelerde poz vermişler birde. güzel olmuş ama. yunan oyunuymuş bu arada.
ve yeni takıldığım bir blog:www.salihande.blogspot.com kurgu olduğu belli ama sıkıldıkça açıp okuyorum.
ah sol elimin küçük parmağı seni geceye hazırlamalıyım.

23 Temmuz 2010 Cuma

n'apıyorum?

ne yapacam?
evde oturup gün dolduruyorum.günler tamamen birbirinin aynısı.bayaa zarardayım bu yüzden.
son iki haftaya yakın zamandır efeyle zaman geçiriyorum. tanıştırayım efe:
kendisi komşumuzun çocuğu olmakla birlikte bana da çok güçlü bağlarla bağlıdır.ailesi evlerinde çok büyük tadilata kalkıştılar,geceleri bağ evlerinde kalıyorlar ama sabah evle ilgilenmek için gelip efeyi bana bırakıp yukarı çıkıyorlar.akşama da tekrar bağa. böylece efe bütün gün boyunca benimle kalıyor. doğduğundan beri hiç ayrı kalmadığımız için nerdeyse bu yaşına ben getirdim diyebilirim. zaten yeni yeni konuşmaya başladığı zamanlarda beni çağırmak için 'anne' dese de şimdi ayırt etmiş durumda. şu anda sadece kendi annesine ve benim anneme(ben annemi öyle çağırdığım için(anama ana diyesin.)) 'anne ' diyor. yazın zamanı nasıl geçireceğim diye düşünürken temmuzu da böylece bitirmiş oluyorum. bebekle ilgilenirken zaman çok çabuk geçiyor. gelince karnını doyuruyorum bu biraz zor oluyor o yüzden belki biraz zalimce gelebilir ama yöntemim önce açlıktan kıvrandırmak sonra yemeğini iştahla kendi yemesini izlemek.çocuklara zorla hiçbir şey yaptıramazsınız.sonra öğle uykusu. neyseki o rahat oluyor,zorluk çekmiyorum.biberonla sütünü verip biraz sallayınca hemen uyuyor.uykusu da güzel ,3 saat deliksiz uyuyor.üstelik öyle sessizlik lüksü de aramıyor.ortalama saat 4 buçuk gibi uyanıyor. bir neşe inanılmaz.parka gidiyoruz, burada zalim acıktırma planım devreye giriyor.bir saate yakın parkta oynuyoruz,sonra eve geliyoruz.bazen annesi geliyo tam o saatte, bazende bizimle akşam yemeğine kalıyor.ne yaparsak yapalım oyuna çevirmek zorundayız.oyun olmadan keyif olur mu?
buraya kadar hep rastladığım bebek annelerinin hazırladığı bloglar gibi oldu.içlerinde güzel olanları da var ama bazıları gerçekten çok gereksiz:'ecem su bugün kakasını güzel yaptı!','samet berk kafasını kırdı' şeklinde rapor yazanlar.bugün okuduğum bir tanesi güzeldi ama.blogun ismi Jasmine green tea sanırım.

böylece bebeklerle iyi anlaştığım ortaya çıktı sanırım.yedi sekiz yaşına kadar her çocuğu kendime hayran bırakabileceğim konusunda iddialıyım. yarım saat içinde bu yaşlardaki her çocuğu bensiz yaşayamaz hale getiririm. en sevmediğim yaş grubuysa yedinci ve sekizinci sınıflar yani yaklaşık 12-13-14 yaşları.nefret ediyorum demek istemem ama,onların o çok bilmiş halleri, sınıfta sürekli birbirlerine sataşıp durmaları, yalvarma bağımlısı olmaları beni tiksindiriyor.katlanamıyorum o yaş grubuna.bu çocukların liseye geçer geçmez pısmaları çok komik ama,bir senede ne değişiyosa?ıyyyyh.sevemiyorum.liselilerle problem yok seviyorum onları.komikler en azından.

temmuzda sabah saatlerinde geniş ailenin tekrar bölümlerini izliyorum. geç farkettiğim bir dizi oldu.oldukça eğlenceli,mürselle ulvinin hastasıyım.bu da benim cevo:













yeni farkettiğim dizilerden biri de 'the philanthropist' . bi kere adam çok hoş. fragmanda türkiyede de bir bölümü var, o bölümde acaba ne çeşit bir yolsuzluğa parmak basacak bakalım.genelde konular gittiği ülkenin hükümetinin bağlantılı olduğu yolsuzluklar oluyor. sonunda tatlıya bağlamayı başarsa da dürtme var.şimdilik oturmadı dizi ama umutluyum.

yaz dizileri ...ne biliyim yavan galiba.sene içinde devam ettirilebilir olarak 'şen yuva'yı görüyorum.dizide levent üzümcü daha ön plana çıkmalı bence.farklı bir tarzı var.beğeniyorum.

bu arada meral ,verdiğin linkteki oyunların hepsi virüs alarmı veriyor ve çalışmıyor(ohh yeah!virüs alarmı vermesine rağmen çalıştırmayı denedim.çok sıkılıyorum napıyım).
oturup gelecek senenin projesini çıkartmam gerekiyor. konu belli ,üretmek gerekiyor. işin gıcık kısmı.

şimdilik böyle.